Türkiye
yüzyılının en büyük deprem felaketi ile karşı karşıya. 10 il onlarca ilçe
yüzlerce köy ve mahalle depremden etkilendi. Binlerce ölü var ve sayılarının
onbinleri bulmasından korkuluyor.
Deprem
Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bu durum devlet düzeni ve kamu kurumları tarafından
kabullenilmiştir. Bina inşaatlarından, olası deprem ihtimallerine karşı neler
yapılacağına dair birçok konuda yasalar ve yönetmelikler çıkarılmıştır.
Özellikle bina inşaatları ile ilgili ayrıntılı bir mevzuatımız var. Buna rağmen
yıkılan binaların büyük çoğunluğunun mevzuatta öngörülen inşaat tekniklerle
inşaa edildiğine dair açık kaynaklarda pekçok şey yazıldı, söylendi. Bu durum
önümüzdeki süreçte yüzbinlerce davanın konusunu oluşturacaktır. Üstelik davalar
ceza hukuku, tazminat hukuku ve hatta idare hukukunu da ilgilendiren geniş bir
yelpazeye yayılacaktır.
Yazımızda, önceki
depremlerde ve tabii afetlerde edinilen hukuki tecrübelere göre gündeme gelen
ve gelebilecek bazı sorulara yanıt arama gayreti içinde olduk. Bu basit ve temel
bilgiler ışığında okurlarımızın ve deprem mağdurlarının daha hızlı bir hukuki
mücadele ile daha az kayıpla haklarına erişeceklerini umut ediyoruz.
Soru :
Depremler sonrasında afetzedeleri nasıl bir adli süreç beklemektedir?
Yaşanan depremde
fenni kurallara uygun olarak yapılmayan binaların çök, hasar gördü bu yüzden
binlerce insan vefat etti. Vefat edenleri sayıları da gün geçtikçe artıyor. Bu
durum bir yandan ceza soruşturmalarını öte yandan tazminat hukukunu
ilgilendirmektedir. Durumun idari yargıyı ilgilendiren boyutu da vardır.
Ceza
soruşturmalarında müteahhitlerin, yapı denetim firmalarının veya belediye fen
işlerinde çalışıp yapıları denetlemekle
görevli kamu görevlilerinin ve binaların kolonlarına, taşıyıcı unsurlarına
zarar verenlerin cezai sorumlulukları gündeme gelecektir. Yaralama ve ölüme
sebebiyet vermeleri nedeniyle yargılanmaları gerekecektir.
Tazminat hukuku
açısından sorumlulukları bulunanlara karşı, hukuk mahkemelerinde, maddi ve
manevi zararlar nedeniyle tazminat davaları açılacaktır. Bu davalar adliye
mahkemelerinde görülecektir.
Devlete karşı
gerekli denetimi yapmaması, insanların
hayatlarını kurtarmak için organizasyonu yeterli şekilde işletmemesi ve daha
birçok sebepten kusurlu veya kusursuz sorumluluk nedeniyle tazminat davaları açılabilecektir.
Bu davalar idare mahkemelerinde görülecektir.
Tüm bunlar için
delil toplanması gerekli ve elzemdir. Bu davaların ortalama en az 3 yıl
süreceğini düşündüğümüzde bugünden gerekli hazırlıkların yapılması zorunludur.
Ne kadar ayrıntılı ve sağlam bir dosya hazırlanırsa haklara ulaşmak o kadar
kolay ve daha az zahmetli olacaktır.
Öncelikle
belirtmek gerekir ki Türkiye’nin 1999 Gölcük, ve sonrasında Van, Elazığ
depremleri gibi yakın döneme dair tecrübeleri var. Bu yüzden adli süreç de o
tecrübelere göre etkin bir şekilde işletilecektir. Bu kapsamda önümüzdeki
aylarda HSK tarafından delil tespitlerinin yapılması hakimler, suç
soruşturmalarının yürütülmesi için savcılar görevlendirilecektir. Özellikle
hakimler bilirkişi heyetleri ile keşifler yapıp binalarda hasar, kusur, delil
tespitleri yapacaktır. Bu tespitler sonucunda düzenlenen bilirkişi raporları
açılacak davalar, devletten yapılacak yardımlar için esas alınacaktır. Bu süreç
dikkatlice takip edilmelidir. Eğer kişinin kendisinin harç yatırarak delil
tespiti yaptırması gerekiyorsa ihmal edilmemelidir. Belediyelerin enkaz kaldırma çalışmaları yapılmadan bu
süreç sonlandırılmalıdır.
Mağdurlar
kendileri ne tür deliller toplayabilir?
1- Zarar gören,
yıkılan binaların yakın-uzak, iç-dış mekan fotoğrafları, video kayıtları,
ayrıntılı çekimleri yapılmalı ve kayıtlar saklanmalıdır. Ölçüme olanak
sağlayabilecek materyallerden faydalanılabilir. Örneğin demir çubukların
ebatını göstermek için yanlarına bir cetvel veya bir bozuk para konularak
fotoğraflama/çekim yapılabilir.
2- Eğer kişiler
kendileri cenazeleri enkazlardan çıkarmış ise durum fotoğraf ve video ile
belgelendirilmelidir. Mümkün olduğu kadar cenazenin fotoğrafları, video kaydı
alınmalı, yaralanma, ezilme izlerine dair görüntüler saklanmalıdır. Cenaze bu
şekilde mezarlığa getirilmiş ve belediye tabibi tarafından defin ruhsatı
düzenmişse, defin ruhsatına mutlaka deprem nedeniyle vefatın gerçekleştiği
yazdırılmalıdır. Yaşananların ilgili belgelere yansıtılmasına dikkat
edilmelidir.
3- Eğer kişinin yakını
deprem sırasında hayatta iken gecikmeden kaynaklı bir ölüm gerçekleşmiş ise
mutlaka bu durum belgelenmeli telefon görüşme kayıtları, sosyal medya
paylaşımları saklanmalıdır. Özellikle vefat eden kişi göçük altında iken,
telefonla veya sosyal medya üzerinden mesajlar atıp yardım istemiş ise bu
veriler mutlaka saklanmalıdır. Aynı bölgede veya sokakta yardım talep
edenlerin, gecikmeye dikkat çekenlerin sosyal medya paylaşımları silinmeden
ekran görüntüsü olarak veya video kaydı olarak alınıp saklanmalıdır.
4- Ölü muayene ve
otopsi için ısrar edilebilir. Kesin ölüm sebebi savcılık belgeleri ile daha
rahat ispatlanacaktır. Sigorta şirketleri bu belgeyi isteyecektir. Ölü
muayenesinin videoya alınması, fotoğraflanması için ısrar edilmelidir.
5- Müteveffanın
ölüm zamanının mümkün olduğu kadar net belirlenmesi önemlidir. Bu durumda kimin
önce öldüğü dahi önem arzetmektedir. Çünkü miras hukukunda kimin önce öldüğü
geriye kalan mirasçıların haklarını dahi etkileyebilecektir. Ölü muayene
tutanaklarına yaklaşık ölüm saati yazılır. Buna dikkat edilmelidir. Ölü
morlukları, ölü katılıkları buna ilişkin kanaat oluşmasına yardımcı olacaktır.
Savcılığın bu konuda gerekli özeni göstermediği şüphesi oluşursa ısrar edilmeli
ve cenaze adli tıpa yönlendirilmelidir.
8- Eğer ölümün
donma/hipotermi nedeniyle gerçekleştiği yönünde şüphe varsa bu durum ölü
muayene tutanağına yazdırılması için ısrar edilmelidir. Gerekiyorsa cenazenin
otopsisi yapılması için ısrar edilmelidir. Hipotermi gecikme nedeniyle ölümü
ispatlayacaktır.
Soru : Açılacak
davalar ve yapılacak başvurular için zamanaşımı süresi nedir?
Savcılıklardaki
soruşturmalar büyük ihtimalle taksirle öldürme suçundan yapılacaktır. Bu suçun
soruşturma zamanaşımı 15 yıldır. Şu anda soruşturmalar otomatik olarak
başlatılacaktır. Ancak yine de savcılıkların gözünden kaçma ihtimaline karşı
ölüm olayları nedeniyle suç duyurusu yapılmalıdır.
Hukuk
mahkemelerinde müteahhitlere karşı açılacak davalarda ve idare mahkemelerinde
devlete karşı açılacak davalarda 60 gün, 1 yıl, 2 yıl 5 yıllık zamanaşımı süreleri
var. Bu süreler açılacak davaların türüne göre değişiklik gösterebilir. Örneğin
müteahhitle sözleşme ilişkisi içinde olmayanların yapılar nedeniyle uğradıkları
zararın tazmini haksız fiil hükümlerine göre, yani Borçlar Kanunu 72. maddeye
göre talep edilebilecektir. Yani örneğin bina yıkıldı ve önündeki bir araca zarar
verdi. Bu halde mağdur binanın yıkıldığı günden itibaren 60 gün içinde davasını
açmalıdır. Müteahhitle sözleşme içinde olanların durumu ise farklı ele alınacaktır.
Bu yüzden bu davalarda teknik bilgi eksikliği ciddi hak kayıplarına yol
açabilecektir. Bu konularda avukatlara ve tüketici derneklerine danışılabilir.
Soru: Depremde
yaşanan ölümler için savcıların ölü muayenesi veya otopsi yapması zorunlu
mudur?
Buradaki sorun
defin ruhsatı ile ilgili. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 211 ve devamı maddelerinde
ölülerin gömülmesi düzenlenmiş. Buna göre defin ruhsatı olmadan hiç kimse
gömülemez. Peki olayların savcı ile ilgisi nedir? Şüpheli ölümler suç
soruşturmasının konusu olacağı için ölü muayenesi savcının kontrolünde bir
doktor tarafından yapılacaktır. Bu halde Nüfus Kanunu 31. Maddesine göre Nüfus Müdürlüklerine gerekli bildirimleri de savcı
yapacaktır. Deprem olayında da benzer
durum söz konusudur. Ortada bir ölüm vardır. Bir de deprem nedeniyle yıkılmış
bir bina. Bu ölümün o deprem nedeniyle yıkılan binadan kaynaklandığının
ispatının, aradaki illiyet bağının kurulması gereklidir. Yine ölüm yada
yaralanmayı haber alan ve soruşturma açıp yürüten savcı, binanın usulüne uygun
yapılıp yapılmadığını, inşaatta bir hile, ihmal olup olmadığını da
araştıracaktır. Bu yüzden savcının ölü muayenesi yapması kilit önem
arzetmektedir.
Peki bu deprem
ortamında binlerce ölü var. Bir ölü muayenesinin dahi saatler sürdüğü üstelik
yeterli savcının bulunamadığı durumlarda ne olacak? Bu sorunun cevabı da 7269
sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak
Yardımlara Dair Kanun ile bu kanunun uygulamasını gösteren Afetlere İlişkin
Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Yönetmelik’te verilmektedir.
Yönetmelikte bu görev 27. Maddede İlk Yardım ve Sağlık Hizmetleri Grubuna
verilmiş. Bu grupta hekimler ve diğer sağlık görevlileri bulunmaktadır. Maddede
açıkça “Ölülerin kimliklerini tespit eder, ölülerin gömülmesi ile ilgili
gerekli dini, idari ve fiili işlemleri yapar” denilmiş. Buna göre savcılığı
harekete geçirmeden seri bir şekilde işlemler yapılabilecektir. Peki bu durumda
ölümün deprem nedeniyle gerçekleştiğinin ispatı nasıl yapılacak. Bu durumda
cenazenin ya da vefatı gerçekleşen yaralının çıkarıldığı bina tutanakla tespit
edilecek daha sağlık görevlisine veya güvenlik görevlisine teslim yapılırken
bir tutanak düzenlenecektir. Yine ölüm belgeleri, defin ruhsatları hekimler
tarafından düzenlenecektir. Böylece ölünün kimliği, ölüm sebebi ve ölüm olayı
ile depremden zarar gören bina arasında bağlantı kurulabilecektir.
Şu andaki geçerli
uygulama nedir?
Açık kaynaklara
yansıyan bilgilere devlet, mevcut deprem felaketinde 7269 sayılı yasa ve ilgili
yönetmeliği işletmemekte veya işletememektedir. Bunun yerine deprem felaketinde
yaşanan ölümlerle ilgili izlenecek yola dair İçişleri Bakanlığı Valiliklere
07.02.2023 tarihinde bir talimat göndermiştir.
Talimat şu
şekildedir “Ölü muayene işlemlerinin cenazelerin bulundukları İl veya İlçe
Başsavcılıkları nezdinde yapılarak çevre il ve ilçelere gönderilmemesi,
Cenazelerin
hangi bina ve enkazdan çıkarıldığının sağlık ya da kolluk görevlisine tutanak
eşliğinde teslim edilerek hastaneye intikalinin sağlanması, düzenlenecek
tutanakta müteveffanın yakınlarının ya da tanıyan kişinin bulunup bulunmadığına
ilişkin bilgiye yer verilmesi,
Vefat
edenlerin yakınları ya da tanıyan şahıslar tarafından teşhis suretiyle
kimliklerinin tespit edilememesi halinde DNA, kan örneği, parmak izi gibi adli
tıp incelemesine bağlı yöntemlerle kimlik tespiti yapıldıktan sonra cenaze
teslim işlemlerinin yapılması,
Enkazdan
çıkarıldıktan sonra teşhis ya da adli tıp yöntemleri ile 5 gün içinde
kimliklendirilerek yakınlarına teslim edilemeyen naaşların DNA, parmak izi
örneği ve fotoğrafı alındıktan sonra C. Savcılığı ile Mülki İdare Amirliğinin
ortak değerlendirmesi çerçevesinde dini vecibelere uygun defnedilmesi, kabrin
konumunun da belirtilerek tutanağa bağlanması hususları belirtilmiştir.
Ancak afete
maruz vilayetlerimizden iletilen bilgilerde naaşların muhafazasında sıkıntılar
yaşanabileceği, cenazelerde bozulmalar olabileceği değerlendirmeleri göz önünde
bulundurularak yakınları/tanıdıklarınca teşhis suretiyle ya da adli tıp
yöntemleriyle kimliklendirme yapılamayan naaşların 24 saatlik bekleme
süresinden sonra DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı alınmasını müteakip C.
Savcılığı ile Mülki İdare Amirliğinin değerlendirmesi çerçevesinde kabrin
yeri/konumu tutanağa bağlanarak dini vecibelere uygun defnedilmesi uygun
görülmüştür. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Bu yazıdan da
anlaşıldığı üzere devletin kriz durumu için çıkardığı 7269 sayılı yasayı ve
ilgili yönetmeliği işletemediği, gerekli alt yapıyı önceden kuramadığı, planlamaları
yapamadığı açıktır. Bu yüzden geleneksel metodlara geri dönülmüştür.