9 Şubat 2023 Perşembe

DEPREM SONRASI DOĞABİLECEK HUKUKİ SORUNLAR VE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER


Türkiye yüzyılının en büyük deprem felaketi ile karşı karşıya. 10 il onlarca ilçe yüzlerce köy ve mahalle depremden etkilendi. Binlerce ölü var ve sayılarının onbinleri bulmasından korkuluyor.

Deprem Türkiye’nin bir gerçeğidir. Bu durum devlet düzeni ve kamu kurumları tarafından kabullenilmiştir. Bina inşaatlarından, olası deprem ihtimallerine karşı neler yapılacağına dair birçok konuda yasalar ve yönetmelikler çıkarılmıştır. Özellikle bina inşaatları ile ilgili ayrıntılı bir mevzuatımız var. Buna rağmen yıkılan binaların büyük çoğunluğunun mevzuatta öngörülen inşaat tekniklerle inşaa edildiğine dair açık kaynaklarda pekçok şey yazıldı, söylendi. Bu durum önümüzdeki süreçte yüzbinlerce davanın konusunu oluşturacaktır. Üstelik davalar ceza hukuku, tazminat hukuku ve hatta idare hukukunu da ilgilendiren geniş bir yelpazeye yayılacaktır.

Yazımızda, önceki depremlerde ve tabii afetlerde edinilen hukuki tecrübelere göre gündeme gelen ve gelebilecek bazı sorulara yanıt arama gayreti içinde olduk. Bu basit ve temel bilgiler ışığında okurlarımızın ve deprem mağdurlarının daha hızlı bir hukuki mücadele ile daha az kayıpla haklarına erişeceklerini umut ediyoruz.

Soru : Depremler sonrasında afetzedeleri nasıl bir adli süreç beklemektedir?

Yaşanan depremde fenni kurallara uygun olarak yapılmayan binaların çök, hasar gördü bu yüzden binlerce insan vefat etti. Vefat edenleri sayıları da gün geçtikçe artıyor. Bu durum bir yandan ceza soruşturmalarını öte yandan tazminat hukukunu ilgilendirmektedir. Durumun idari yargıyı ilgilendiren boyutu da vardır.

Ceza soruşturmalarında müteahhitlerin, yapı denetim firmalarının veya belediye fen işlerinde çalışıp  yapıları denetlemekle görevli kamu görevlilerinin ve binaların kolonlarına, taşıyıcı unsurlarına zarar verenlerin cezai sorumlulukları gündeme gelecektir. Yaralama ve ölüme sebebiyet vermeleri nedeniyle yargılanmaları gerekecektir.

Tazminat hukuku açısından sorumlulukları bulunanlara karşı, hukuk mahkemelerinde, maddi ve manevi zararlar nedeniyle tazminat davaları açılacaktır. Bu davalar adliye mahkemelerinde görülecektir.

Devlete karşı gerekli denetimi yapmaması,  insanların hayatlarını kurtarmak için organizasyonu yeterli şekilde işletmemesi ve daha birçok sebepten kusurlu veya kusursuz sorumluluk nedeniyle tazminat davaları açılabilecektir. Bu davalar idare mahkemelerinde görülecektir.

Tüm bunlar için delil toplanması gerekli ve elzemdir. Bu davaların ortalama en az 3 yıl süreceğini düşündüğümüzde bugünden gerekli hazırlıkların yapılması zorunludur. Ne kadar ayrıntılı ve sağlam bir dosya hazırlanırsa haklara ulaşmak o kadar kolay ve daha az zahmetli olacaktır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Türkiye’nin 1999 Gölcük, ve sonrasında Van, Elazığ depremleri gibi yakın döneme dair tecrübeleri var. Bu yüzden adli süreç de o tecrübelere göre etkin bir şekilde işletilecektir. Bu kapsamda önümüzdeki aylarda HSK tarafından delil tespitlerinin yapılması hakimler, suç soruşturmalarının yürütülmesi için savcılar görevlendirilecektir. Özellikle hakimler bilirkişi heyetleri ile keşifler yapıp binalarda hasar, kusur, delil tespitleri yapacaktır. Bu tespitler sonucunda düzenlenen bilirkişi raporları açılacak davalar, devletten yapılacak yardımlar için esas alınacaktır. Bu süreç dikkatlice takip edilmelidir. Eğer kişinin kendisinin harç yatırarak delil tespiti yaptırması gerekiyorsa ihmal edilmemelidir. Belediyelerin  enkaz kaldırma çalışmaları yapılmadan bu süreç sonlandırılmalıdır.

Mağdurlar kendileri ne tür deliller toplayabilir?

1- Zarar gören, yıkılan binaların yakın-uzak, iç-dış mekan fotoğrafları, video kayıtları, ayrıntılı çekimleri yapılmalı ve kayıtlar saklanmalıdır. Ölçüme olanak sağlayabilecek materyallerden faydalanılabilir. Örneğin demir çubukların ebatını göstermek için yanlarına bir cetvel veya bir bozuk para konularak fotoğraflama/çekim yapılabilir.

2- Eğer kişiler kendileri cenazeleri enkazlardan çıkarmış ise durum fotoğraf ve video ile belgelendirilmelidir. Mümkün olduğu kadar cenazenin fotoğrafları, video kaydı alınmalı, yaralanma, ezilme izlerine dair görüntüler saklanmalıdır. Cenaze bu şekilde mezarlığa getirilmiş ve belediye tabibi tarafından defin ruhsatı düzenmişse, defin ruhsatına mutlaka deprem nedeniyle vefatın gerçekleştiği yazdırılmalıdır. Yaşananların ilgili belgelere yansıtılmasına dikkat edilmelidir.

3- Eğer kişinin yakını deprem sırasında hayatta iken gecikmeden kaynaklı bir ölüm gerçekleşmiş ise mutlaka bu durum belgelenmeli telefon görüşme kayıtları, sosyal medya paylaşımları saklanmalıdır. Özellikle vefat eden kişi göçük altında iken, telefonla veya sosyal medya üzerinden mesajlar atıp yardım istemiş ise bu veriler mutlaka saklanmalıdır. Aynı bölgede veya sokakta yardım talep edenlerin, gecikmeye dikkat çekenlerin sosyal medya paylaşımları silinmeden ekran görüntüsü olarak veya video kaydı olarak alınıp saklanmalıdır.

4- Ölü muayene ve otopsi için ısrar edilebilir. Kesin ölüm sebebi savcılık belgeleri ile daha rahat ispatlanacaktır. Sigorta şirketleri bu belgeyi isteyecektir. Ölü muayenesinin videoya alınması, fotoğraflanması için ısrar edilmelidir.

5- Müteveffanın ölüm zamanının mümkün olduğu kadar net belirlenmesi önemlidir. Bu durumda kimin önce öldüğü dahi önem arzetmektedir. Çünkü miras hukukunda kimin önce öldüğü geriye kalan mirasçıların haklarını dahi etkileyebilecektir. Ölü muayene tutanaklarına yaklaşık ölüm saati yazılır. Buna dikkat edilmelidir. Ölü morlukları, ölü katılıkları buna ilişkin kanaat oluşmasına yardımcı olacaktır. Savcılığın bu konuda gerekli özeni göstermediği şüphesi oluşursa ısrar edilmeli ve cenaze adli tıpa yönlendirilmelidir.

8- Eğer ölümün donma/hipotermi nedeniyle gerçekleştiği yönünde şüphe varsa bu durum ölü muayene tutanağına yazdırılması için ısrar edilmelidir. Gerekiyorsa cenazenin otopsisi yapılması için ısrar edilmelidir. Hipotermi gecikme nedeniyle ölümü ispatlayacaktır.

Soru : Açılacak davalar ve yapılacak başvurular için zamanaşımı süresi nedir?

Savcılıklardaki soruşturmalar büyük ihtimalle taksirle öldürme suçundan yapılacaktır. Bu suçun soruşturma zamanaşımı 15 yıldır. Şu anda soruşturmalar otomatik olarak başlatılacaktır. Ancak yine de savcılıkların gözünden kaçma ihtimaline karşı ölüm olayları nedeniyle suç duyurusu yapılmalıdır.

Hukuk mahkemelerinde müteahhitlere karşı açılacak davalarda ve idare mahkemelerinde devlete karşı açılacak davalarda 60 gün, 1 yıl, 2 yıl 5 yıllık zamanaşımı süreleri var. Bu süreler açılacak davaların türüne göre değişiklik gösterebilir. Örneğin müteahhitle sözleşme ilişkisi içinde olmayanların yapılar nedeniyle uğradıkları zararın tazmini haksız fiil hükümlerine göre, yani Borçlar Kanunu 72. maddeye göre talep edilebilecektir. Yani örneğin bina yıkıldı ve önündeki bir araca zarar verdi. Bu halde mağdur binanın yıkıldığı günden itibaren 60 gün içinde davasını açmalıdır. Müteahhitle sözleşme içinde olanların durumu ise farklı ele alınacaktır. Bu yüzden bu davalarda teknik bilgi eksikliği ciddi hak kayıplarına yol açabilecektir. Bu konularda avukatlara ve tüketici derneklerine danışılabilir.

Soru: Depremde yaşanan ölümler için savcıların ölü muayenesi veya otopsi yapması zorunlu mudur?

Buradaki sorun defin ruhsatı ile ilgili. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 211 ve devamı maddelerinde ölülerin gömülmesi düzenlenmiş. Buna göre defin ruhsatı olmadan hiç kimse gömülemez. Peki olayların savcı ile ilgisi nedir? Şüpheli ölümler suç soruşturmasının konusu olacağı için ölü muayenesi savcının kontrolünde bir doktor tarafından yapılacaktır. Bu halde Nüfus Kanunu 31. Maddesine göre  Nüfus Müdürlüklerine gerekli bildirimleri de savcı yapacaktır.  Deprem olayında da benzer durum söz konusudur. Ortada bir ölüm vardır. Bir de deprem nedeniyle yıkılmış bir bina. Bu ölümün o deprem nedeniyle yıkılan binadan kaynaklandığının ispatının, aradaki illiyet bağının kurulması gereklidir. Yine ölüm yada yaralanmayı haber alan ve soruşturma açıp yürüten savcı, binanın usulüne uygun yapılıp yapılmadığını, inşaatta bir hile, ihmal olup olmadığını da araştıracaktır. Bu yüzden savcının ölü muayenesi yapması kilit önem arzetmektedir.

Peki bu deprem ortamında binlerce ölü var. Bir ölü muayenesinin dahi saatler sürdüğü üstelik yeterli savcının bulunamadığı durumlarda ne olacak? Bu sorunun cevabı da 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun ile bu kanunun uygulamasını gösteren Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Yönetmelik’te verilmektedir. Yönetmelikte bu görev 27. Maddede İlk Yardım ve Sağlık Hizmetleri Grubuna verilmiş. Bu grupta hekimler ve diğer sağlık görevlileri bulunmaktadır. Maddede açıkça “Ölülerin kimliklerini tespit eder, ölülerin gömülmesi ile ilgili gerekli dini, idari ve fiili işlemleri yapar” denilmiş. Buna göre savcılığı harekete geçirmeden seri bir şekilde işlemler yapılabilecektir. Peki bu durumda ölümün deprem nedeniyle gerçekleştiğinin ispatı nasıl yapılacak. Bu durumda cenazenin ya da vefatı gerçekleşen yaralının çıkarıldığı bina tutanakla tespit edilecek daha sağlık görevlisine veya güvenlik görevlisine teslim yapılırken bir tutanak düzenlenecektir. Yine ölüm belgeleri, defin ruhsatları hekimler tarafından düzenlenecektir. Böylece ölünün kimliği, ölüm sebebi ve ölüm olayı ile depremden zarar gören bina arasında bağlantı kurulabilecektir.

Şu andaki geçerli uygulama nedir?

Açık kaynaklara yansıyan bilgilere devlet, mevcut deprem felaketinde 7269 sayılı yasa ve ilgili yönetmeliği işletmemekte veya işletememektedir. Bunun yerine deprem felaketinde yaşanan ölümlerle ilgili izlenecek yola dair İçişleri Bakanlığı Valiliklere 07.02.2023 tarihinde bir talimat göndermiştir.

Talimat şu şekildedir “Ölü muayene işlemlerinin cenazelerin bulundukları İl veya İlçe Başsavcılıkları nezdinde yapılarak çevre il ve ilçelere gönderilmemesi,

Cenazelerin hangi bina ve enkazdan çıkarıldığının sağlık ya da kolluk görevlisine tutanak eşliğinde teslim edilerek hastaneye intikalinin sağlanması, düzenlenecek tutanakta müteveffanın yakınlarının ya da tanıyan kişinin bulunup bulunmadığına ilişkin bilgiye yer verilmesi,

Vefat edenlerin yakınları ya da tanıyan şahıslar tarafından teşhis suretiyle kimliklerinin tespit edilememesi halinde DNA, kan örneği, parmak izi gibi adli tıp incelemesine bağlı yöntemlerle kimlik tespiti yapıldıktan sonra cenaze teslim işlemlerinin yapılması,

Enkazdan çıkarıldıktan sonra teşhis ya da adli tıp yöntemleri ile 5 gün içinde kimliklendirilerek yakınlarına teslim edilemeyen naaşların DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı alındıktan sonra C. Savcılığı ile Mülki İdare Amirliğinin ortak değerlendirmesi çerçevesinde dini vecibelere uygun defnedilmesi, kabrin konumunun da belirtilerek tutanağa bağlanması hususları belirtilmiştir.

Ancak afete maruz vilayetlerimizden iletilen bilgilerde naaşların muhafazasında sıkıntılar yaşanabileceği, cenazelerde bozulmalar olabileceği değerlendirmeleri göz önünde bulundurularak yakınları/tanıdıklarınca teşhis suretiyle ya da adli tıp yöntemleriyle kimliklendirme yapılamayan naaşların 24 saatlik bekleme süresinden sonra DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı alınmasını müteakip C. Savcılığı ile Mülki İdare Amirliğinin değerlendirmesi çerçevesinde kabrin yeri/konumu tutanağa bağlanarak dini vecibelere uygun defnedilmesi uygun görülmüştür. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Bu yazıdan da anlaşıldığı üzere devletin kriz durumu için çıkardığı 7269 sayılı yasayı ve ilgili yönetmeliği işletemediği, gerekli alt yapıyı önceden kuramadığı, planlamaları yapamadığı açıktır. Bu yüzden geleneksel metodlara geri dönülmüştür. 

16 Haziran 2022 Perşembe

1/10'dan Faydalanmak İçin Dilekçe Örneği

 

... Cezaevi İdare ve Gözlem Kuruluna

 

Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezaevinizde hükümlü olarak bulunuyorum.

Tutukluluk ve hükümlülükte geçirdiğim süre boyunca ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara harfiyen uydum, haklarımı iyi niyetle kullandım, yükümlülüklerimi eksiksiz yerine getirdim,  mahkumiyetime konu örgütle ile irtibat ve iltisağım yoktur, tahliye sonrasında da olmayacaktır, toplumla bütünleşmeye hazırım.

Hakkımda hiçbir disiplin cezası yoktur. Hükümlü ve tutuklularla da herhangi bir sorun yaşamadım. Cezaevi kütüphane kayıtlarından da görüleceği üzere  geldiğim günden bu yana yüzlerce kitap okudum.  Yani Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun ve ilgili yönetmeliklerde iyi halli kabul edilmeye dair tüm şartları taşıyorum.  

Gözlem ve Sınıflandırma Yönetmeliğinin 32/9 maddesi gereğince kapalı kurumda geçirmem gereken süreden 1/10 indirim yapılması için gerekli şartların tamamını taşıyorum. Hakkımda uygulanması için hiçbir engel yoktur.

Yukarıda açıklandığım ve somut verilerle ortaya koyduğum üzere iyi halli olmam (korona hastalığı nedeniyle hayati tehlike altında bulunmam kapalı cezaevi şartlarında hastalığa karşı hijyen, mesafe ve açık havada bulunma gibi tedbirleri yerine getirmemin mümkün olmaması)* nedeniyle infazımın kalan kısmını açık cezaevinde geçirmek istiyorum. Kapalı kurumda geçirmem gereken süreden Gözlem ve sınıflandırma yönetmeliğinin 32/9 maddesinde düzenlenen 1/10’luk indirim yapılarak açık cezaevine ayrılmama karar verilmesini talep ediyorum.

Gereğini arz ederim.

 

* Bu konu yazıla da bilir yazılmaya da bilir.

17 Mayıs 2022 Salı

KORONA İZİNLERİ SONA ERİYOR ŞİMDİ NE OLACAK?

 2020 yılı Nisan ayından bu yana açık cezaevlerindeki mahkumlar Covid-19 izni ile infazlarına evlerinde devam ediyordu. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 93. Maddesine göre izinde geçen süreler infazdan sayıldı.

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünce yapılan açıklama ile 31.05.2022 tarihinde bu izinlerin sona ereceğini, bu tarihte mahkumların kayıtlı oldukları açık cezaevlerine teslim olmalarını ilanen duyurdu.

Denetimli serbestlikten yararlanan mahkumların da izinlerine son verildi ve denetim tedbirlerine kaldığı yerden devam edileceği bildirildi. Burada kastedilen grup çalışması, kamuda çalışma gibi sosyal etkileşimi yüksek olan faaliyetlerdir.

Yapılması gerekenler nelerdir?

Açık cezaevine iken izne gönderilenlerin açıkça geçirmeleri gereken süre dolmadıysa cezaevine dönmeleri gereklidir. Vaktinde teslim olmazlar veya hiç dönmezlerse  Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 97. Maddesi gereğince haklarında disiplin cezası veya TCK 292. Maddesi gereğince firar suçundan soruşturma yapılabilecektir.

Denetimli serbestlikte olanlar için de açıktakilerle ilgili kurallar geçerli. Eğer izin sırasında denetim süreleri dolmadıysa denetimli serbestlik müdürlüğüne dönüp infaza devam edecekler. Bunlar da vaktinde Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne müracaat etmelidir. Aksi taktirde haklarında disiplin cezası uygulanarak, denetime son verilip kalan cezanın cezaevinde devamına karar verilebilir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105/A maddesi gereğince Denetimli Serbestlik bir hak değil infaz hakiminin taktirine bağlıdır. Madde metninde bu yüzden “karar verilebilir” denilmektedir. Bu yüzden teknik olarak, terör dahil tüm suçlarda, kapalıda bulunan bir hükümlü denetimli serbestlikten hiç ayrılmadan cezası infaz edilebilir. Cezaevi kurulları ve infaz hakimi uygun görmezse kimse denetimli serbestliğe çıkamaz. Tabi bunun için sağlam gerekçeler yazılmalı, itiraz mercileri de bunu uygun görmelidir. Tabi bu ya zorlayıcı şartların ya da ayrımcılık temelli kötü niyetli bir yaklaşımın göstergesidir. Ancak yapabilirler. Konunun taktir yetkisi kullanımına bırakılması nedeniyle bu konudaki uygulamalar cezaevinden cezaevine, infaz hakiminden infaz hakimine değişebilir. Buraya kadar bahsedilen durum açığa ayrılan mahkumlar için de geçerlidir.  Cezasının tümünü açıkta geçirtebilirler. Hiç denetimli serbestlikten faydalandırmayabilirler. Bu yüzden açığa geri çağrılan ve denetime ayrılma hakkı bulunanlar hukuk mücadelesi vermelidirler. Çünkü açığa ayrılma denetimli serbestlikten faydalanmaya engel değildir.

Burada sorulan bir soru daha var? SGK kaydı ile bir işyerinde çalışanlar hakkında kamu hizmeti cezası uygulanıp uygulanmayacağı konusu. SGK kaydı ile bir işyerinde çalışılıyorsa kamu hizmeti cezası tatbik edilemez. Ancak Grup çalışması gibi diğer tedbirler uygulanabilecektir.

11 Nisan 2022 Pazartesi

HAMİLE VEYA ÇOCUKLU KADINLAR İLE HASTA VE YAŞLI TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER İLE İLGİLİ MEVZUAT

 


Hamile ve Çocuklu Kadınlar

Türk Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununun

16/4 maddesi gereğince gebe kadınlar ve doğumdan itibaren 1 yıl 6 ay geçmemiş kadınlar hakkındaki cezaların infazı ertelenir.

105-A-3/a maddesine göre, ceza evinde bulunan, 0-6 yaş grubu çocuğu olan, cezasının tamamlanmasına 2 yıldan az kalmış olan kadınlar denetimli serbestlikten yararlanmak üzere erken tahliye edilirler,

 110/4 maddesi uyarınca ceza kesinleşmiş  3 yıldan az süre kalmış olan bebekli kadınların cezaevi yerine konutta çektirilir.

Hasta ve yaşlı hükümlüler

Türk Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununun

16/6 maddesi nedeniyle ağır hastalık hallerinde cezanın infazı iyileşinceye kadar  ertelenir.

17/4 maddesi gereğince hastalık nedeniyle hükümlünün isteği halinde, cezanın infazı iyileşinceye kadar ertelenir.

110/3 maddesi uyarınca ceza kesinleşmiş  3 yıldan az süre kalmış olan ağır hasta mahkumların cezaları cezaevi yerine konutta çektirilir.

 

Hasta ve Yaşlı Hükümlülerin Tahliyesi Prosedürü

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16/3 maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:

“Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.“

Tutuklu ağır hasta ve hamilelerle ilgili tahliye prosedürüne ilişkin CMK 109/4 maddesi

„Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremediği 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca tespit edilen şüpheli ile gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadın şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir. Hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiş ve bu hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinde, UYAP kayıtlarını incelemek suretiyle hükmü veren ilk derece mahkemesi de adlî kontrol kararı verebilir.“

26 Mart 2022 Cumartesi

Sonradan TCK 58/9'un Müddetnameye Eklenmesi Meselesi ile ilgili Bir Görüş

 

TCK 58/9 Maddesinin Terör Suçları Dışında Uygulanması Sorunu

SORU:

Hem örgüt üyeliği hem de kamu kurumları aleyhine dolandırıcılık suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanan ............. hakkında yerel mahkeme, örgüt üyeliği suçundan 10 yıl mahkumiyet kararı verdi. Bunun yanı sıra (KPSS nedeniyle) Kamu Kurumu Aleyhine dolandırıcılık suçundan da 3 YIL 1 AY 15 GÜN HAPİS VE 327.400,00-TL ADLİ PARA CEZASIYLA CEZALANDIRILMASINA karar verilmiştir.

Yargıtay örgüt üyeliği cezasını yüksek ceza gerekçesiyle bozmuş fakat dolandırıcılık suçunu aynen onamıştır. Kesinleşen ceza nedeniyle infaz savcılığı cezanın nasıl çektirileceği karar metninde belirtilmediği için yerel mahkemeye görüş sormuştur. Yerel mahkeme bu konuda;

‘’Her ne kadar kararın hüküm fıkrasında belirtilmemiş olsa da hükümlünün işlediği sabit bulunan dolandırıcılık suçunun sanığın terör örgütü mensubu olup dolandırıcılık suçunun örgüt kapsamında işlenmiş olduğu sabit olduğundan hükümde belirtilmeyen Türk Ceza Kanunu'nun 58/9 maddesi gereğince sanığın terör örgütü mensubu olup dolandırıcılık suçunun örgüt kapsamında işlenmiş olduğu anlaşıldığı gözönüne alınarak hükmolunan cezanın MÜKERRİRLERE ÖZGÜ İNFAZ REJİMİNE GÖRE ÇEKTİRİLMESİ ve ayrıca sanık hakkında cezanın infazından sonra DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ UYGULANMASI hususu göz önüne alınarak mevcut duraksamanın giderilmesi için gereği bilgilerinize  rica olunur.’’ Şeklinde cevap vermiştir. Bu durumda infaz karanın kesinleşme tarihinden itibaren dolandırıcılık suçunun infazının bu kapsamda çektirilmesine karar vermiştir.

Sorular:

1-           ACM nin görüşünde herhangi bir isabetsizlik var mıdır?

2-           Dolandırıcılık suçunun infazının bu şekilde çektirilmesi doğru mudur?

3-           Müddetname ye karşı süresiz itiraz hakkı olduğundan bu kanuda nasıl bir itirazda bulunulabilir?

4-           Başka neler yapılabilir?

 

 

GÖRÜŞ:

 MEVZUAT:

Örgütlü suçlarda cezanın infazının nasıl yapılacağı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİHK) 107/4 maddesinde düzenlenmiştir.

 Buna göre “(4) Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. (Ek cümle:14/4/2020-7242/48 md.) Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır. Ancak, bu süreler;(2) a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kırk, b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuzdört, c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla kırk, d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuzdört, e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuziki, Yıldır. (Ek cümle:22/7/2010 - 6008/9 md.) Bu fıkra hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz“

 Örgütlü suçlara ilişkin mahkumiyet kararında cezanın nasıl infaz edileceğine dair düzenleme bulunmaktadır. Buna göre mahkeme mahkumiyet kararında cezanın TCK 58/9 maddesine göre mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilir.

TCK 58/9 maddesi “(9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir“ CGTİHK 108 maddesine göre mükerrirlere özgü infaz rejiminde infaz süresinin hesabı 2/3 yerine ¾ olarak uygulanır.

 Terör suçlarının infazının nasıl yapılacağına dair düzenleme 3713 sayılı yasanın 17/1 madesinde yer almaktadır. Maddede „Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır. (Ek cümle:14/4/2020-7242/65 md.) Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır. „ 

3713 sayılı yasa kapsamındaki suçlar 3713 sayılı yasanın 3. ve 4. Maddesinde sayılmıştır. Bu düzenleme bu suçlarla ilgilidir. Soruya konu olan dolandırıcılık suçu terör suçu değilldir.

 

 

SORULARA CEVAPLAR

1- ACM nin görüşünde herhangi bir isabetsizlik var mıdır?

Savcılık her ne kadar infazda tereddüt nedeniyle ACM’den görüş istemiş ise de, ortada tereddüt yoktur. Çünkü şahıs mükerrir değildir. Derecattan geçen mahkumiyet kararında bu husus aleyhe temyiz ve aleyhe bozma gerekçesi yapılmamıştır.  

TCK 58/9 maddesinin uygulamasının sağlanabilmesi için mahkumiyet kararında, mahkemenin bu konuda bir irade beyan etmesi gerekirdi. Eğer gerekçeli kararda yer almamışsa bu durumda uygulaması söz konusu olmaz. Çünkü mahkum aleyhine bir durum yaratmaktadır. Cezayı artırmaktadır. Karar derecattan geçip, ceza kesinleştikten sonra fazla ceza infazı gündeme gelmiştir. Kesin hüküm etkisi, kazanılmış hak, cezanın belirliliği, öngörülebilirliği ilkeleri çiğnenmiştir. Bu hukuken bu görüşe/uygulamaya karşı itiraz edilmeli, AİHM’ne kadar  gidilmelidir.

TCK 58/9 maddesi “örgüt mensubu suçlu” ifadesini kullanmaktadır. Kanunun yorumunda sanık aleyhine ve hak kaybına netice verecek şekilde bir uygulama yapılamaz. Örgüt mensubunun işlediği diğer suçlar denilmemektedir.  Somut olayda örgüt mensubiyetinden ceza kesinleşmemiştir. Mahkemenin ve savcılığın bu şekildeki kabulleri masumiyet karinesinin ihlalidir.

Yukarıda da belirtildiği üzere 3713 sayılı yasanın 17. Maddesi her ne kadar terör suçlarının cezasının infazını ¾ olarak belirlemiş ise de, dolandırıcılık suçları 3713 sayılı yasanın 3 ve 4. Maddesinde sayılmamıştır. Bu yüzden bu kapsamda değerlendirilemez.

Sonuç olarak ACM’nin kararı/görüşü isabetsizdir.

2- Dolandırıcılık suçunun infazının bu şekilde çektirilmesi doğru mudur?

CGTİHK md. 107/4’de açıkça “örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde” cezanın 2/3 oranında infaz edileceği düzenlenmiştir. Her ne kadar ilgili mahkum hakkında örgüt suçundan kesinleşmiş mahkumiyet söz konusu olmasa da, mahkemenin ve savcılığın bu yöndeki kabulüne rağmen 2/3 şeklinde infaz yapılmalıdır.

Ayrıca ortada infaza gelen kesinleşmiş tek mahkumiyet dolandırıcılık suçundandır. Bu suçun cezası genel infaz rejimine tabidir. Bu suçun infazı bir varsayıma dayanılarak ¾ infaz edilemez. 

            3- Müddetname ye karşı süresiz itiraz hakkı olduğundan bu kanuda nasıl bir itirazda                     bulunulabilir?

Müddetnameye karşı, yukarıda belirtilen gerekçelerle, kesinleşmiş mahkumiyet kararında belirtilmeyen bir husus nedeniyle görüş bildirilerek sonradan ceza artırılamaz.

4-  Başka neler yapılabilir?

Terör suçları dışında kalan mahkumiyet cezalarında TCK 58/9 maddesinin uygulanmasına karar verilip verilmediği takip edilmeli. Bu konular mutlaka temyiz gerekçesi yapılmalı, onama halinde bu hususlar baştan AYM-AİİHM’ne kadar taşınmalıdır.

DOLANDIRICILIK NEDENİYLE VERİLEN PARA CEZALARININ İNFAZI HUSUSU

Bu konudaki diğer bir konu dolandırıcılık suçlarından verilen onbinler hatta yüzbinlerce liralık para cezalarının infaz prosedürüdür.

Bu konu 5275 sayılı yasanın 106. Maddesinde düzenlenmiştir.

Düzenlemedeki esaslara göre hükümlü kişi cezaevinde ise vasisine, dışarıda ise kendisine para cezasını ödemesi için tebligat gönderilecektir. Kişi öncelikle cezayı ödemek zorundadır. Ödeyemeyecek ise ceza kamu hizmeti cezası olarak çektirilecektir. Eğer bu da olmazsa cezanın infazı açık cezaevinde gerçekleştirilecektir. Kişi açık cezaevinde en fazla 3 yıl tutulacaktır. Para cezasından arta kalan kısım olursa bu amme alacaklarının infazı hakkında kanun hükümlerine göre tahsil edilecektir.

Kişi cezaevinde ve tebliğ kendisine yapılmışsa, tebligatı gönderen savcılığa derhal dilekçe ile başvurarak tebligatın vasisine yapılmasını talep etmelidir. Yine vasi de kendisi durumdan haberdar olursa savcılığa başvurarak tebligatın kendisine yapılmasını isteyecektir. Vasi mahkumun cezavinde olduğunu, para cezasını ancak çıktıktan sonra çalışarak, borç bularak veya kredi çekerek ödeyebileceğini, ödeyemezse de cezanın kamu hizmeti olarak infaz edilmesine hazır olduğunu ifade eden bir dilekçe vermelidir.  

27 Ocak 2022 Perşembe

Hasta ve Yaşlı Mahpusların Cezaevinde Tutulması Sorunu

 

Gerçek hayatta olduğu gibi, ceza evlerinde de hasta ve yaşlı mahpuslar dezavantajlı durumda olup ciddi mağduriyetler yaşamaktadırlar. Cezaevlerinin gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak yarattığı yıkıcı ve yıpratıcı etki, hasta ve yaşlı mahpuslarda kendini daha çok hissettirmektedir.

Son zamanlarda bu konuda öne çıkan isimlerden biri Ayşe Özdoğan diğeri Yusuf Bekmezci oldu.

Ayşe Özdoğan ağır kanser hastası olması ve cezaevi dışındaki yaşantısında dahi yardıma muhtaç olmasına rağmen cezasının kesinleşmesi gerekçe gösterilerek cezaevine konuldu. Hakkında Adli Tıp Kurumu ilkin cezaevi şartlarında kalabileceğine dair rapor düzenledi. Savcılık da bu rapora istinaden infazın ertelenmesi talebini reddetti. Ardından oluşan toplumsal tepkinin etkisiyle cezaevinde kalamayacağına dair rapor düzenlenerek tahliye edildi. Tahliye edilene kadar, tabuttan farksız cezaevi nakil araçları ile hastane dolaştırıldı, cezaevinde çok zor şartlarda kalmak zorunda bırakıldı.

Yusuf Bekmezci’nin durumu da cezaevinde tutulması için uygun değildir. Hastadır, 87 yaşındadır, uyku apnesi, prostat, ileri derece işitme kaybı, algı ve muhakeme sorunu, Alzheimer gibi hastalıkları bulunmaktadır. Kendisine, 4 Ocak’ta normal bir insanın rahatlıkla atlatabileceği basit bir ameliyat için genel anestezi yapılmış ancak yaşlı, hastalıklı ve zayıf bünyesi bunu kaldıramamış ve bir daha uyandırılamamıştır. Yazının yazıldığı tarih itibariyle 23 gündür uykudadır.

Yusuf Bekmezci’nin yakınlarının kendisine yaklaşmasına, temas kurmasına, başında beklemesine dahi izin verilmemektedir.

Bu yaşta ve bu durumda bulunan birinin cezaevinde tutulması, infaz ertelenmesi yönündeki taleplerin ısrarla reddedilmesi, etik olarak insanlık ayıbı, hukuki açıdan ise insanlığa karşı suçtur.

Bu vesile ile Yusuf Bekmezci örneğinden hareketle yaşlı ve hasta mahpusların durumunu bütüncül bir bakışla bir kez daha ele almakta fayda olacaktır.

 Ağır hasta ve ileri derecede yaşlı olanların cezaevinde tutulması infazın amacına aykırıdır.  

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 3. Maddesinde cezaların infazının amacı “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.“ şeklinde tanımlanmıştır.  

İleri derecede yaşlı ve ağır hastaların cezaevinde tutulmaları bu düzenlemeye aykırıdır. Kendisine bakmaktan aciz olan bu insanların başkaları için „suç“ tehdidi olması bütün mantık kurallarına aykırıdır. Yine bu insanlar hakkındaki cezanın ertelenmesi yerine derhal uygulanması ile ıslahlarının/rehabilite edilmelerinin hedeflendiği „varsayımının“ kabulü de söz konusu olamaz.

Bu yasal düzenleme ve tespitler ışığında Yusuf Bekmezci’nin şahsi durumu ele alınacak olursa, 87 yaşında ve birçok hastalıktan muzdariptir. Kendisi hala yoğun bakımdadır. Bu şartlarda, cezanın ısrarla infazına devam edilmesi infazın amacına uygun değildir.

Ağır hasta ve ileri derecede yaşlı olanları cezalarının infazı ertelenmelidir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16. Maddesinde hastalık, yaşlılık ve doğum nedeniyle cezaların ertelenmesi yasal zorunluluk olarak düzenlenmiştir. 

Maddenin 2. Fıkrasına göre „diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.“

3. fıkrasına göre „Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

6. fıkrasına göre „Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.“

denilmektedir.

Bu düzenlemeleri Türkiye’nin cezaevi gerçeğini gözler önüne sererek ele almak gerekir.

Türkiye’de cezaevlerinde aşırı bir doluluk söz konusudur. Bu yüzden hasta ve yaşlı mahpusların cezaevi ortamında yaşamlarını sürdürmeleri imkansızdır. Bu şekilde tutulmalarının hiçbir hukuki dayanağı ve gerekçesi yoktur. Somutlaştırmak gerekirse 479 kişi için tasarlanmış olan L tipi cezaevlerinde bugün 2000 mahpus tutulmaktadır. Yine 7 kişi için tasarlanmış toplam 208.93 m2 büyüklüğündeki L tipi cezaevinin bir koğuşunda bugün 45-50 kişi mahpus barındırılmaktadır. Daha da somutlaştırmak gerekirse bu 208,93 m2 lik bir alanda 50 kişinin 24 saat yaşadığını ve bu ortamda ağır hasta ve yaşlı olduğunuzu düşünün, bunu düşünürken 100m2’lik bir evde 2 çocuklu bir ailenin bile güçlükle yaşayabildiğini hesaba katın. Savcılıkların ve Adli Tıp Kurumunun başka hiçbir araştırmaya ihtiyaç duymadan, sadece cezaevlerinin durumunu ele alarak hasta ve yaşlı mahpusların cezalarının ertelenmesine karar vermeleri gereklidir. (Türkiye cezaevlerinin durumu Solidarity with Other tarafından yayınlanan „Türkiye Cezaevleri Raporu“nda ayrıntısı ile ele alınmıştır : https://tr.solidaritywithothers.com/_files/ugd/b886b2_f17fdcf178da4ebe908d57d6cec6bea3.pdf ).  

Yusuf Bekmezci açısından durumu ele almak gerekirse; Bekmezci 87 yaşında ve yukarıda da izah edildiği üzere birçok hastalığı olan biridir. F tipi cezaevinde tutulmaktadır. F Tipi cezaevleri hücre tipi olup, yaşam alanlarının daha kısıtlıdır. Bu cezaevlerinde yoğun tecrit uygulamaları söz konusudur. Havalandırma ve sosyal olanaklar diğer cezaevlerine göre çok daha sınırlı tutulmuştur. Bu yüzden mahpuslar üzerindeki yıkıcı etkisi diğer cezaevlerinden çok daha yüksektir. Bu güne kadar F Tipi Cezaevlerinin olumsuz yönlerini ortaya koyan yüzlerce bilimsel araştırma, makale, köşe yazısı yazılmıştır. Yusuf Bekmezci’nin yaşı ve sağlık durumu dikkate alındığında cezaevinde tutulması uygun değildir.

Yusuf Bezmezci, haftalardır yoğun bakımdadır. Basit bir ameliyat için uyutulmuş ve bir daha uyandırılmamıştır. Durum cezanın infazından çok daha öteye geçmiş ve yaşam hakkı ihlali boyutuna ulaşmıştır. Yaşam hakkı, hakların derecelendirilmesinde şüphesiz en üst seviyededir. Cezaların infazı veya herhangi bir gerekçe ile yaşam hakkının risk altına sorulması söz konusu bile edilemez. Bu yüzden cezanın ertelenmesi gibi bir olanak varken bunun kullandırılmaması hukuki ve cezai açıdan sorumluluk doğuracaktır.

Cezaevinde refakatçi izni verilmemesi sorunu

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 2. Maddesinde infazın temel ilkeleri “ (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.“ şeklinde sayılmıştır.

Bu yasal düzenlemeye göre Yusuf Bekmezci’nin ailesinin refakatçi olarak hazır bulunmalarına izin verilmemesi hem ayrımcılık hem de hasta haklarının açıkça ihlalidir.

Bir yakınının refakatçi olarak hasta mahpusun yanında refakatçi olarak bulunması Türkiye’de geçmişten buyana süregelen bir uygulamadır.  Savcılık veya başsavcılık izni ile bu rahatlıkla yapılmaktadır. Hastane yönetimleri adli veya siyasi ayrımı yapılmaksızın bakıma muhtaç veya yoğun bakım hastalarına bir kısım kaygılarla refakatçi olarak hasta bakıcı, hemşire tahsis etmek istememektedirler. Bu yüzden bu hastaların bakımı ya hiç veya gereği gibi yapılmamaktadır. Bu yüzden hastanede ameliyat veya yataklı tedavi gören mahpuslar için bir yakınının refakatçi olarak yanında bulunması bir zorunluluktur. Ergenekon sürecinde Bay Bekmezci ile aynı suçla suçlanan insanların yakınlarının aylarca kendilerine refakat ettiğini bilmeyen yoktur. Bay Bekmezci’nin ailesine bu hakkın verilmemesi açıkça ayrımcı bir uygulamadır ve 5275 sayılı yasanın 2. Maddesinde düzenlenen infazın temel ilkelerine açıkça aykırıdır.

 

Yapılması gerekenler nelerdir?

Bu aşamada yapılması gereken, Bay Bekmezci veya onunla benzer durumda olanların avukatları, aileleri veya vasileri infaz savcılığına müracaatla cezanın ertelenmesini istemelidirler. Diğer her türlü hak ihlal ve mahrumiyetlerine ilişkin taleplerini de mutlaka yapmalıdırlar. Taleplerin reddedilmesi halinde İnfaz Hakimliğine itiraz ve ardından tüm hukuki süreç aşamalı olarak işletilmelidir. 

13 Ocak 2022 Perşembe

NAKİL TALEBİNİN REDDİ ÜZERİNE AÇILACAK DAVAYA İLİŞKİN DİLEKÇE ÖRNEĞİ

 

Ankara İdare Mahkemesine[1]

(veya)

Ankara İdare Mahkemesine

Gönderilmek Üzere

…. Asliye Hukuk Mahkemesine

                                         ………………

 

 

Davacı             : ………..Cezaevinde Tutuklu/Hükümlü.

Davalı             : Adalet Bakanlığı

Dava               :  Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ………..tarih ve …… sayılı [2]kararının, ………..tarihli dilekçeyi cevapsız bırakması nedeniyle zımni red kararının  iptali.

ADLİ YARDIM TALEBİ HAKKINDA

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334/1. maddesinde, "Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler." düzenlemesine, 336/3. maddesinde, “Kanun yollarına başvuru sırasında adli yardım talebi bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya yapılır.” Düzenlemesine, 339. maddesinde, "Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir. Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir." düzenlemesine yer verilmiştir.

…..tarihinde kamu görevinden çıkarıldım. …………tarihinden bu yana cezaevindeyim[3]. Herhangi bir gelirim yoktur. Ailemin desteğiyle hayatımı idame ettirmekteyim. Görülmekte olan davanın yargılama giderlerini yatırmam mümkün değildir.  Bu yüzden mahkeme tarafından adli yardım talebimin kabulüne karar verilmesini talep ediyorum. Mahkeme tarafından adli yardım talebinin kabulü halinde, yapılacak yargılama sonunda sonucun aleyhime çıkması halinde. HMK 339. maddesinin son fıkrası uyarınca aleyhime yargılama giderine hükmedilmemesini talep ediyorum. 

 

OLAYLARIN ANLATIMI

…. tarihinden bu yana …..Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu/hükümlü olarak bulunmaktayım. Evliyim …. çocuk sahibiyim. Eşim ve çocuklarım ………. ikamet etmektedir. Cezaevi ile ailemin ikamet adresi arasındaki mesafenin çok uzak olması nedeniyle ailem ziyaretime gelememektedir. Ziyaretime gelme şansı bulduklarında ise eşim, yol ücretinin çok yüksek olması nedeniyle ya çocuklarımı getirememekte ya da çocuklarım arasında seçim yapmak zorunda kalmaktadır. Bu yüzden çocuklarım ile aramdaki bağ günden güne kopmaktadır. Bir yandan aile bütünlüğümüz bu durumdan zarar görmekte, öte yandan çocuklarımızın psiko-sosyal gelişimi de ciddi biçimde olumsuz etkilenmektedir. Bu yüzden aileme yakın bir cezaevine naklimin sağlanması zorunlu bir hal almıştır[4].

……….tarihinde Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bir dilekçe /form ile başvurarak aileme yakın yerlerdeki cezaevlerine naklimi istedim. Ancak bugüne kadar olumlu veya olumsuz bir cevap verilmedi. Ancak ……. Tarihli yazı ile istediğim cezaevine nakil talebimin reddedildiğine dair  cevap verildi. Red cevabında gerekçe olarak …. yazılmıştır[5].  

Adalet Bakanlığının bu  red kararı /zımmi red  kararı [6] Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve yasaya aykırıdır.

Şöyle ki;

Anayasa’nın 20 maddesinde özel ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.” (Md. 20/1)

Anayasa’nın 41. Maddesinde ailenin korunması ve çocukların hakları düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.” Hükümleri yer almaktadır (Md. 41/2-3).

Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin 3. Maddesinde devletin tüm organlarının çocuğun üstün yararına saygı gösterme yükümlülüğü düzenlenmiştir. Buna göre “Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.” (Md 3/1).

Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesinde de özel ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Buna göre “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.“ (Md.8/1).

Tüm bu ulusal ve uluslararası hukuk kurallarından anlaşıldığı üzere aile bütünlüğümüzün sağlanması, çocuklarımızın şahsımla tabii ilişkilerini sürdürebilmeleri ve çocuklarımın üstün yararının gereği olarak aileme yakın bir yere naklime karar verilmesi gereklidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda yine Türkiye ile ilgili emsal bir kararı bulunmaktadır. AİHM 17.09.2019 tarihli Avşar - Tekin & Türkiye (Başvuru No: 19302/09 ve 49089/12) kararında mahpusların ailelerinden uzak bir cezaevinde tutulmalarının aile hayatına saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Bu karar bizim için de emsal teşkil etmekte olup, aile hayatımıza saygı hakkımız ihlal edilmekte olup hergün maddi ve manevi zararlara uğramaktayız. 

Tüm bu nedenlerle mahkemenizde talebe konu red kararı / zımni red kararı[7] hakkında iptal davası açma zorunluluğu doğmuştur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 22.01.2018 tarih ve 2018/557 E., 2018/655 K. Sayılı kararı gereği bu tür davalara bakma görevi İdari Yargı Mahkemelerine aittir. Bu yüzden dava mahkemenizde açılmıştır.

SONUÇ VE İSTEM       :

Yukarıda açıklanan ve resen gözetilecek nedenlerle;

-ADLİ YARDIM TALEBİMİN KABULÜNE,

-Anayasa ile Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukukun bir parçası olan AİHS'nin 8. maddesinde yer alan özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkına ilişkin ihlallerin de göz önüne alınması suretiyle usul ve esas yönünden açıkça hukuka aykırı olan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ………tarih ve ….. sayılı red kararının, …….dilekçemi cevapsız bırakması nedeniyle ortaya çıkan zımni red işleminin[8] iptaline  KARAR VERİLMESİNİ arz ve talep ederim………/……./2022

                                                                       Davacı

 

 

Ekler[9] :

1- CTE Genel Müdürlüğünün red kararı  / nakil talebine ilişkin dilekçenin fotokopisi veya gönderim belgesi.

2- Ailenin geri kalanının ikametgah bilgilerini gösterir nüfus kayıt tablosu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Buraya kişinin bulunduğu cezaevinin bağlı olduğu adliye yazılacaktır. Ankara’da bir cezaevinde bulunanların yazmasına gerek yoktur.

[2] Burada kişinin şahsi durumuna göre yazım yapılacaktır.

[3] Burada kişi şahsi durumuna göre açıklamalar yapabilir.

[4] Yaşanan ekstra mağduriyetler varsa burada uzun uzadıya anlatılabilir, resmedilebilir.

[5] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[6] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[7] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[8] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[9] Mağduriyeti ortaya koymaya dair tüm bilgi ve belgeler eklenebilir. Durum delillendirilebilir.