27 Ocak 2022 Perşembe

Hasta ve Yaşlı Mahpusların Cezaevinde Tutulması Sorunu

 

Gerçek hayatta olduğu gibi, ceza evlerinde de hasta ve yaşlı mahpuslar dezavantajlı durumda olup ciddi mağduriyetler yaşamaktadırlar. Cezaevlerinin gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak yarattığı yıkıcı ve yıpratıcı etki, hasta ve yaşlı mahpuslarda kendini daha çok hissettirmektedir.

Son zamanlarda bu konuda öne çıkan isimlerden biri Ayşe Özdoğan diğeri Yusuf Bekmezci oldu.

Ayşe Özdoğan ağır kanser hastası olması ve cezaevi dışındaki yaşantısında dahi yardıma muhtaç olmasına rağmen cezasının kesinleşmesi gerekçe gösterilerek cezaevine konuldu. Hakkında Adli Tıp Kurumu ilkin cezaevi şartlarında kalabileceğine dair rapor düzenledi. Savcılık da bu rapora istinaden infazın ertelenmesi talebini reddetti. Ardından oluşan toplumsal tepkinin etkisiyle cezaevinde kalamayacağına dair rapor düzenlenerek tahliye edildi. Tahliye edilene kadar, tabuttan farksız cezaevi nakil araçları ile hastane dolaştırıldı, cezaevinde çok zor şartlarda kalmak zorunda bırakıldı.

Yusuf Bekmezci’nin durumu da cezaevinde tutulması için uygun değildir. Hastadır, 87 yaşındadır, uyku apnesi, prostat, ileri derece işitme kaybı, algı ve muhakeme sorunu, Alzheimer gibi hastalıkları bulunmaktadır. Kendisine, 4 Ocak’ta normal bir insanın rahatlıkla atlatabileceği basit bir ameliyat için genel anestezi yapılmış ancak yaşlı, hastalıklı ve zayıf bünyesi bunu kaldıramamış ve bir daha uyandırılamamıştır. Yazının yazıldığı tarih itibariyle 23 gündür uykudadır.

Yusuf Bekmezci’nin yakınlarının kendisine yaklaşmasına, temas kurmasına, başında beklemesine dahi izin verilmemektedir.

Bu yaşta ve bu durumda bulunan birinin cezaevinde tutulması, infaz ertelenmesi yönündeki taleplerin ısrarla reddedilmesi, etik olarak insanlık ayıbı, hukuki açıdan ise insanlığa karşı suçtur.

Bu vesile ile Yusuf Bekmezci örneğinden hareketle yaşlı ve hasta mahpusların durumunu bütüncül bir bakışla bir kez daha ele almakta fayda olacaktır.

 Ağır hasta ve ileri derecede yaşlı olanların cezaevinde tutulması infazın amacına aykırıdır.  

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 3. Maddesinde cezaların infazının amacı “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.“ şeklinde tanımlanmıştır.  

İleri derecede yaşlı ve ağır hastaların cezaevinde tutulmaları bu düzenlemeye aykırıdır. Kendisine bakmaktan aciz olan bu insanların başkaları için „suç“ tehdidi olması bütün mantık kurallarına aykırıdır. Yine bu insanlar hakkındaki cezanın ertelenmesi yerine derhal uygulanması ile ıslahlarının/rehabilite edilmelerinin hedeflendiği „varsayımının“ kabulü de söz konusu olamaz.

Bu yasal düzenleme ve tespitler ışığında Yusuf Bekmezci’nin şahsi durumu ele alınacak olursa, 87 yaşında ve birçok hastalıktan muzdariptir. Kendisi hala yoğun bakımdadır. Bu şartlarda, cezanın ısrarla infazına devam edilmesi infazın amacına uygun değildir.

Ağır hasta ve ileri derecede yaşlı olanları cezalarının infazı ertelenmelidir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16. Maddesinde hastalık, yaşlılık ve doğum nedeniyle cezaların ertelenmesi yasal zorunluluk olarak düzenlenmiştir. 

Maddenin 2. Fıkrasına göre „diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.“

3. fıkrasına göre „Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

6. fıkrasına göre „Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.“

denilmektedir.

Bu düzenlemeleri Türkiye’nin cezaevi gerçeğini gözler önüne sererek ele almak gerekir.

Türkiye’de cezaevlerinde aşırı bir doluluk söz konusudur. Bu yüzden hasta ve yaşlı mahpusların cezaevi ortamında yaşamlarını sürdürmeleri imkansızdır. Bu şekilde tutulmalarının hiçbir hukuki dayanağı ve gerekçesi yoktur. Somutlaştırmak gerekirse 479 kişi için tasarlanmış olan L tipi cezaevlerinde bugün 2000 mahpus tutulmaktadır. Yine 7 kişi için tasarlanmış toplam 208.93 m2 büyüklüğündeki L tipi cezaevinin bir koğuşunda bugün 45-50 kişi mahpus barındırılmaktadır. Daha da somutlaştırmak gerekirse bu 208,93 m2 lik bir alanda 50 kişinin 24 saat yaşadığını ve bu ortamda ağır hasta ve yaşlı olduğunuzu düşünün, bunu düşünürken 100m2’lik bir evde 2 çocuklu bir ailenin bile güçlükle yaşayabildiğini hesaba katın. Savcılıkların ve Adli Tıp Kurumunun başka hiçbir araştırmaya ihtiyaç duymadan, sadece cezaevlerinin durumunu ele alarak hasta ve yaşlı mahpusların cezalarının ertelenmesine karar vermeleri gereklidir. (Türkiye cezaevlerinin durumu Solidarity with Other tarafından yayınlanan „Türkiye Cezaevleri Raporu“nda ayrıntısı ile ele alınmıştır : https://tr.solidaritywithothers.com/_files/ugd/b886b2_f17fdcf178da4ebe908d57d6cec6bea3.pdf ).  

Yusuf Bekmezci açısından durumu ele almak gerekirse; Bekmezci 87 yaşında ve yukarıda da izah edildiği üzere birçok hastalığı olan biridir. F tipi cezaevinde tutulmaktadır. F Tipi cezaevleri hücre tipi olup, yaşam alanlarının daha kısıtlıdır. Bu cezaevlerinde yoğun tecrit uygulamaları söz konusudur. Havalandırma ve sosyal olanaklar diğer cezaevlerine göre çok daha sınırlı tutulmuştur. Bu yüzden mahpuslar üzerindeki yıkıcı etkisi diğer cezaevlerinden çok daha yüksektir. Bu güne kadar F Tipi Cezaevlerinin olumsuz yönlerini ortaya koyan yüzlerce bilimsel araştırma, makale, köşe yazısı yazılmıştır. Yusuf Bekmezci’nin yaşı ve sağlık durumu dikkate alındığında cezaevinde tutulması uygun değildir.

Yusuf Bezmezci, haftalardır yoğun bakımdadır. Basit bir ameliyat için uyutulmuş ve bir daha uyandırılmamıştır. Durum cezanın infazından çok daha öteye geçmiş ve yaşam hakkı ihlali boyutuna ulaşmıştır. Yaşam hakkı, hakların derecelendirilmesinde şüphesiz en üst seviyededir. Cezaların infazı veya herhangi bir gerekçe ile yaşam hakkının risk altına sorulması söz konusu bile edilemez. Bu yüzden cezanın ertelenmesi gibi bir olanak varken bunun kullandırılmaması hukuki ve cezai açıdan sorumluluk doğuracaktır.

Cezaevinde refakatçi izni verilmemesi sorunu

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 2. Maddesinde infazın temel ilkeleri “ (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.“ şeklinde sayılmıştır.

Bu yasal düzenlemeye göre Yusuf Bekmezci’nin ailesinin refakatçi olarak hazır bulunmalarına izin verilmemesi hem ayrımcılık hem de hasta haklarının açıkça ihlalidir.

Bir yakınının refakatçi olarak hasta mahpusun yanında refakatçi olarak bulunması Türkiye’de geçmişten buyana süregelen bir uygulamadır.  Savcılık veya başsavcılık izni ile bu rahatlıkla yapılmaktadır. Hastane yönetimleri adli veya siyasi ayrımı yapılmaksızın bakıma muhtaç veya yoğun bakım hastalarına bir kısım kaygılarla refakatçi olarak hasta bakıcı, hemşire tahsis etmek istememektedirler. Bu yüzden bu hastaların bakımı ya hiç veya gereği gibi yapılmamaktadır. Bu yüzden hastanede ameliyat veya yataklı tedavi gören mahpuslar için bir yakınının refakatçi olarak yanında bulunması bir zorunluluktur. Ergenekon sürecinde Bay Bekmezci ile aynı suçla suçlanan insanların yakınlarının aylarca kendilerine refakat ettiğini bilmeyen yoktur. Bay Bekmezci’nin ailesine bu hakkın verilmemesi açıkça ayrımcı bir uygulamadır ve 5275 sayılı yasanın 2. Maddesinde düzenlenen infazın temel ilkelerine açıkça aykırıdır.

 

Yapılması gerekenler nelerdir?

Bu aşamada yapılması gereken, Bay Bekmezci veya onunla benzer durumda olanların avukatları, aileleri veya vasileri infaz savcılığına müracaatla cezanın ertelenmesini istemelidirler. Diğer her türlü hak ihlal ve mahrumiyetlerine ilişkin taleplerini de mutlaka yapmalıdırlar. Taleplerin reddedilmesi halinde İnfaz Hakimliğine itiraz ve ardından tüm hukuki süreç aşamalı olarak işletilmelidir. 

13 Ocak 2022 Perşembe

NAKİL TALEBİNİN REDDİ ÜZERİNE AÇILACAK DAVAYA İLİŞKİN DİLEKÇE ÖRNEĞİ

 

Ankara İdare Mahkemesine[1]

(veya)

Ankara İdare Mahkemesine

Gönderilmek Üzere

…. Asliye Hukuk Mahkemesine

                                         ………………

 

 

Davacı             : ………..Cezaevinde Tutuklu/Hükümlü.

Davalı             : Adalet Bakanlığı

Dava               :  Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ………..tarih ve …… sayılı [2]kararının, ………..tarihli dilekçeyi cevapsız bırakması nedeniyle zımni red kararının  iptali.

ADLİ YARDIM TALEBİ HAKKINDA

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334/1. maddesinde, "Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler." düzenlemesine, 336/3. maddesinde, “Kanun yollarına başvuru sırasında adli yardım talebi bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya yapılır.” Düzenlemesine, 339. maddesinde, "Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir. Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir." düzenlemesine yer verilmiştir.

…..tarihinde kamu görevinden çıkarıldım. …………tarihinden bu yana cezaevindeyim[3]. Herhangi bir gelirim yoktur. Ailemin desteğiyle hayatımı idame ettirmekteyim. Görülmekte olan davanın yargılama giderlerini yatırmam mümkün değildir.  Bu yüzden mahkeme tarafından adli yardım talebimin kabulüne karar verilmesini talep ediyorum. Mahkeme tarafından adli yardım talebinin kabulü halinde, yapılacak yargılama sonunda sonucun aleyhime çıkması halinde. HMK 339. maddesinin son fıkrası uyarınca aleyhime yargılama giderine hükmedilmemesini talep ediyorum. 

 

OLAYLARIN ANLATIMI

…. tarihinden bu yana …..Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu/hükümlü olarak bulunmaktayım. Evliyim …. çocuk sahibiyim. Eşim ve çocuklarım ………. ikamet etmektedir. Cezaevi ile ailemin ikamet adresi arasındaki mesafenin çok uzak olması nedeniyle ailem ziyaretime gelememektedir. Ziyaretime gelme şansı bulduklarında ise eşim, yol ücretinin çok yüksek olması nedeniyle ya çocuklarımı getirememekte ya da çocuklarım arasında seçim yapmak zorunda kalmaktadır. Bu yüzden çocuklarım ile aramdaki bağ günden güne kopmaktadır. Bir yandan aile bütünlüğümüz bu durumdan zarar görmekte, öte yandan çocuklarımızın psiko-sosyal gelişimi de ciddi biçimde olumsuz etkilenmektedir. Bu yüzden aileme yakın bir cezaevine naklimin sağlanması zorunlu bir hal almıştır[4].

……….tarihinde Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bir dilekçe /form ile başvurarak aileme yakın yerlerdeki cezaevlerine naklimi istedim. Ancak bugüne kadar olumlu veya olumsuz bir cevap verilmedi. Ancak ……. Tarihli yazı ile istediğim cezaevine nakil talebimin reddedildiğine dair  cevap verildi. Red cevabında gerekçe olarak …. yazılmıştır[5].  

Adalet Bakanlığının bu  red kararı /zımmi red  kararı [6] Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve yasaya aykırıdır.

Şöyle ki;

Anayasa’nın 20 maddesinde özel ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.” (Md. 20/1)

Anayasa’nın 41. Maddesinde ailenin korunması ve çocukların hakları düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.” Hükümleri yer almaktadır (Md. 41/2-3).

Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin 3. Maddesinde devletin tüm organlarının çocuğun üstün yararına saygı gösterme yükümlülüğü düzenlenmiştir. Buna göre “Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.” (Md 3/1).

Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesinde de özel ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Buna göre “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.“ (Md.8/1).

Tüm bu ulusal ve uluslararası hukuk kurallarından anlaşıldığı üzere aile bütünlüğümüzün sağlanması, çocuklarımızın şahsımla tabii ilişkilerini sürdürebilmeleri ve çocuklarımın üstün yararının gereği olarak aileme yakın bir yere naklime karar verilmesi gereklidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda yine Türkiye ile ilgili emsal bir kararı bulunmaktadır. AİHM 17.09.2019 tarihli Avşar - Tekin & Türkiye (Başvuru No: 19302/09 ve 49089/12) kararında mahpusların ailelerinden uzak bir cezaevinde tutulmalarının aile hayatına saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Bu karar bizim için de emsal teşkil etmekte olup, aile hayatımıza saygı hakkımız ihlal edilmekte olup hergün maddi ve manevi zararlara uğramaktayız. 

Tüm bu nedenlerle mahkemenizde talebe konu red kararı / zımni red kararı[7] hakkında iptal davası açma zorunluluğu doğmuştur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 22.01.2018 tarih ve 2018/557 E., 2018/655 K. Sayılı kararı gereği bu tür davalara bakma görevi İdari Yargı Mahkemelerine aittir. Bu yüzden dava mahkemenizde açılmıştır.

SONUÇ VE İSTEM       :

Yukarıda açıklanan ve resen gözetilecek nedenlerle;

-ADLİ YARDIM TALEBİMİN KABULÜNE,

-Anayasa ile Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukukun bir parçası olan AİHS'nin 8. maddesinde yer alan özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkına ilişkin ihlallerin de göz önüne alınması suretiyle usul ve esas yönünden açıkça hukuka aykırı olan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ………tarih ve ….. sayılı red kararının, …….dilekçemi cevapsız bırakması nedeniyle ortaya çıkan zımni red işleminin[8] iptaline  KARAR VERİLMESİNİ arz ve talep ederim………/……./2022

                                                                       Davacı

 

 

Ekler[9] :

1- CTE Genel Müdürlüğünün red kararı  / nakil talebine ilişkin dilekçenin fotokopisi veya gönderim belgesi.

2- Ailenin geri kalanının ikametgah bilgilerini gösterir nüfus kayıt tablosu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Buraya kişinin bulunduğu cezaevinin bağlı olduğu adliye yazılacaktır. Ankara’da bir cezaevinde bulunanların yazmasına gerek yoktur.

[2] Burada kişinin şahsi durumuna göre yazım yapılacaktır.

[3] Burada kişi şahsi durumuna göre açıklamalar yapabilir.

[4] Yaşanan ekstra mağduriyetler varsa burada uzun uzadıya anlatılabilir, resmedilebilir.

[5] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[6] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[7] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[8] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[9] Mağduriyeti ortaya koymaya dair tüm bilgi ve belgeler eklenebilir. Durum delillendirilebilir.

SİYASİ MAHPUSLARA SORULAN “ÖRGÜTTEN AYRILDIN MI?” SORUSU ÜZERİNE

 


Şartlı tahliye veya denetimli serbestliğe ayrılmak için “örgütten ayrıldım” dilekçesi verilmesi konusu,

Son günlerde bir konuda sıkça sorular almaktayız. O da cezası kesinleşmiş, hükümlü sıfatıyla cezaevinde bulunanların şartla tahliye edilmeleri veya denetimli serbestliğe ayrılabilmeleri için kendilerinden „örgütten ayrıldıklarına“ dair bir dilekçe istenmektedir. Bu dilekçe verilmesi gerekir mi?

Bu soruya iki cevap verilmektedir.

Birincisi, tüm yargılama aşamalarında yani savcılık, mahkeme, istinaf ve temyiz aşamalarında hep örgüt üyesi olunduğu reddedilmiş, bu dilekçe ile tüm o aşamalardaki redler kabul edilmiş olur. Bu yüzden dilekçe verilmemelidir. İleride bu dilekçe aleyhe kullanılabilir.

İkinci cevap ise şu şekildedir. Bu dilekçe bir prosedürün tamamlanmasından ibarettir. Cezaevi idaresi iyi hal kararı vermek için bu belgeyi örgütlü suçlardan yatan tüm mahkumlardan istemektedir. Bu yüzden bu dilekçe verilebilir.

Biz ikinci görüşü destekleyenler arasındayız. Bunun gerekçelerini şimdi izah edelim.

Öncelikle belirtmek gerekir ki şartlı tahliye kazanılmış bir hak değildir. Kişi iyi halli değilse şartlı tahliyeden faydalanamaz. „İyi hal“ ise Cezaevi Idare ve Gözlem Kurulunun iyi halli olduğuna dair tespiti içeren bir kararı ile mümkündür. Red kararı verilmesi halinde itiraz, dava gibi yollar   var ancak öncelikli şart budur.

Türk ceza infaz sisteminde iyi hali olmak demek, kötü halli olmamak demektir. Yani kişinin şartla tahliyesine engel disiplin cezası yoksa iyi hallidir. Bunun sebebi cezaevi idaresi birine „iyi halli değildir“ derken bunu gerekçelendirmesi gerekir, çünkü kişiyi ekstradan özgürlüğünden mahrum bırakacak bir karara imza atılması sözkonusudur.

Sorumuza dönecek olursak, bu belge verilmeli mi? Verilmemeli mi?

Kanaatimce verilmeli. Çünkü bu belge bir prosedürün parçasıdır. Şöyle ki

Cezaevi idarelerinin istediği bu belgenin arkasında bir yasal gereklilik yatmaktadır. O da şudur. Açığa ayrılma yönetmeliğinin 6. Maddesinin 2. Fıkrasının (ç) bendi şu şekildedir: „Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması,“ halinde şartla tahliyeden yararlanabilecekleri düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere örgütlü suçlarda cezaevi idare ve gözlem kurullarının iyi hal kararı vermesinin öncelikli şartı „örgütten ayrılmadır“. Cezaevleri de bunun tespitini ve belgelendirmesini mahkumun verdiği „örgütten ayrılma“ dilekçesine dayandırmaktadırlar. Yasa böyle bir belge istemiyor, ancak bu belge uygulamanın ürettiği bir belgedir.

Bu yönetmelik açığa ayırma yönetmeliği olması nedeniyle ve şartlı tahliye veya denetimli serbestlik sürecinin ilk basamağı olması nedeniyle önem arzetmektedir. Bilindiği üzere normal şartlarda bir hükümlü önce kapalı cezaevine sonra açık cezaevine sonra denetimli serbestliğe ayrılmaktadır. Tabi bu silsile gümüzde bozuldu ve sistem birbirine girdi. Ancak infaz yasasının kademeli ıslah süreci bu şekilde işlemektedir. Bu konu çok su götürür buralara girmeyeceğiz.

Ikinci olarak, bu belge bir kabul, ikrar, itiraf değildir. Yani bir kişi „örgütten ayrıldım“ dilekçesi vermekle kendisini örgüt üyesi olarak kabul ve ikrar etmemektedir. Bu soruyu şu şekilde izah etmek yerinde olacak. Ortada kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmaktadır. Bir mahkemenin kararı ile kişi bir örgütün üyesi veya yöneticisi olarak kabul edilmiştir.  Kişi kabul etse de etmese de hukuk düzeninde örgüt üyesidir. Cezaevi idaresi de yasa önünde kişiyi örgüt üyesi kabul etmektedir. Tüm infaz süreci, örgütlü suçlardan mahkum olanlara ilişkin kurallara  göre işletilmektedir. Bu yüzden kişiden de „örgütten ayrıldım“ dilekçesi vermesi beklenmektedir. Kulağa saçma gelebilir, mantığa aykırı olabilir ama bazen bürokrasi böyledir: şekildir.

PKK, DHKP-C gibi terör örgütleri mensuplarının da bu dilekçeleri verdiği bilinmektedir. Bu güne kadarki meslek hayatımda bu dilekçelerin hiçbir şahıs hakkında soruşturma veya kovuşturma aşamasında kullanıldığına şahit olmadık, olan da duymadım.

Peki prosedür nasıl işlemektedir.

Malum olduğu üzere gerek infaz yasasının amir hükümleri, gerekse örgütlü suç hükümlüsünün korunması ve güvenliğinin sağlanması için özellikle terör örgütü hükümlüleri başka hükümlülerle aynı koğuşlarda tutulmazlar. Örgütlü suçlardan yatanlar kendileri ile aynı durumda olanlarla birlikte aynı koğuşlarda kalmaktadırlar.

Kişi örgütten ayrıldığına dair yazılı dilekçesini cezaevi idaresine verecektir. Bu dilekçenin ardından cezaevi idaresi kişiyi „bağımsızlar koğuşu“ olarak adlandırılan kendisi ile benzer durumdakilerin kaldığı koğuşa transfer edecektir. Cezaevi idaresi orada bir süre hükümlüyü gözlemleyecek ve örgütten ayrıldığına kanaat getirirse iyi hal kararı verip, açığa ayrılma, denetimli serbestlik ve şartla tahliyeden faydalandırma kararı verecektir. Tabi uygulama yeknesak değildir, cezaevinden cezaevine değişebilir.

Bu dilekçe ne zaman verilmesi gerekir. Örgütlü suçlardan hükümlü olanların şartla tahliye süresine bir yıl kala denetimli serbestlikten faydalanma hakları bulunmaktadır. Yapılması gereken kararın kesinleşmesinin hemen ardından dilekçenin verilmesidir. Bu dilekçenin ardından gözetim süreci başlayacağından, cezaevlerine ve cezaevi savcılıklarına göre bu süre değişeceği için gözlem sürecinin bir an evvel başlatılması yerinde olacaktır. Zaman kayba yaşanmamalıdır.

Özetlemek gerekirse,

Şartla tahliye ve iyihal sürecinin işletilebilmesi için „örgütten ayrılma“ dilekçesinin verilmesinde hukuken bir mahsur, bir bağlayıcılık yoktur. Kendisini örgüt üyesi olarak görmeyen birinin örgütten ayrıldım dilekçesi vermesi ahlaken etik olarak görülmeyeblir ancak kendisinin reddetmesine rağmen saçma sapan iddialarla mahkum edildiğini de gözden kaçırmamak gerekir.  Kişinin bu belgeyi imzalaması kendisini „terör örgütü üyesi“ yapmaz. Kendisinin bahsedilen dilekçeyi imzalaması veya imzalamamasının hukuk düzeninde üzerine atılı suçun ispatı açısından bir anlamı bulunmamaktadır. Zaten o süreç çoktan geçilmiştir. İleride karşısına çıkması ihtimali de bulunmamaktadır. Geçmişinden dolayı cezalandırılan ve cezası kesinleşen birinin gelecekteki bir dilekçesi ispat için kullanılmasının hukuk düzeninde karşılığı yoktur. Bir anlamı da yoktur.

Kişi bahsedilen belgeyi imzalamaması halinde cezaevi „iyi hal“ belgesi düzenlemekten imtina edebilecektir. Çünkü az evvel izahını yaptığımız açığa ayrılma yönetmeliğindeki „örgütten ayrılma“ şartının gerçekleşmediğini kabul edecektir. Ya da belgelendiremeyecektir. Tersinden bakıldığında da kişi örgütten ayrıldım diyorsa kararında aksini ispatlamakla yükümlüdür. Kimse de bunun için uğraşmaz.

Cezaevi bu belge olmadan karar veremiyor mu? diye soranlar olacaktır. Evet cezaevi Idare Ve Gözlem Kurulu bu belgeye muhtaç değil. Kendisi karar verebilir. Kimse de niye karar verdin diye sormaz. Ancak Türkiye’nin güvenlik bürokrasisinin öncelikle kendisini koruma refleksi bu belgeyi üretmiş. Bu yüzden eğer hükümlü bu dilekçeyi vermezse cezaevi idaresinin taktir yetkisi daha da genişleyip „kişinin örgütten ayrıldığı yönünde bir kanaat oluşmamıştır“ diye karar alabilecektir. Bu durum da kimsenin işine yaramaz, hükümlü olan kişi bihakkın tahliye tarihine kadar bile bekletilebilir. Bu riski almaya gerek yoktur. Unutmamak gerekir ki şartla tahliye kazanılmış hak değildir. Şartla tahliye iyi hale bağlıdır, kişinin iyi hali ortadan kaldıran disiplin cezaları varsa  veya başkaca iyi hale engel durumlar sözkonusuysa iyi hal kararı verilmeyecektir. İyi hal kararı olmadan da şartlı tahliye mümkün olmayacaktır.

 

 

HÜKÜMLÜLERİN YİYECEK BEDELLERİNİN TAHSİLİ USULÜ

 

 

GENEL OLARAK

Hükümlülerin yiyecek bedellerini ödemelerine ilişkin yasa  30/6/1934 tarih ve  2548 sayılı Ceza Evleriyle Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanundur.

Bu kanunun 2. Maddesi şu şekildedir:

“Her mahkûm cezaevinde bulunduğu müddetçe yiyecek bedelini ödemeğe mecburdur.

 Bu yiyecek  bedelleri cezaevleri idarelerince altı ayda bir bordro yapılarak tahakkuk ettirilir. Mahkûmiyetleri altı aydan aşağı olan mahkûmlara ait bordrolar salıverilecekleri tarihten bir hafta evvel yapılır. Bordrolar mahkûmlara da tebliğ olunur.

Tahakkuk ettirilen yiyecek bedelleri mahkûmlar tarafından ödenmezse, Cumhuriyet Müddeiumumilikleri tarafından kendilerinin ikametgahı belediyeleri ve belediye teşkilatı olmıyan yerlerde bağlı bulundukları kaymakam veya nahiye müdürlükleri marifetiyle borçlarını ödemeğe muktedir olup olmadıkları tahkik olunur.

İktidarları anlaşıldığı halde borçlarını ödemiyenlerden Cumhuriyet Müddeiumumiliklerinin iş'arı üzerine Maliye dairelerince Tahsili Emval Kanunu hükümleri tatbik olunarak borçlar tahsil olunur.

Yiyecek bedellerinden doğan alacaklar mahkûmiyetin hitamı tarihinden başlamak üzere beş senelik mürururzamana tabidir.

(Değişik: 9/5/2001- 4671/3 md.) İşyurtlarında çalıştırılanlar ile ödeme gücü olmadığı anlaşılanlardan yiyecek bedelleri alınmaz.”

-        Bu madde metninden de anlaşılacağı üzere cezaevi iaşe bedelleri sadece “mahkum” yani hükümlüden alınmaktadır. Bu yüzden tutuklulardan alınmaz, alınmaması gerekir. Tutukludan alınmamasının sebebi kişinin orada devlet zoru ile masumiyet karinesi altında tutuluyor olmasıdır.

-     Mahkumların iaşe bedelleri 6183 yasaya göre değil, bahsettiğimiz 2845 sayılı yasaya göre  tahsil edilmektedir. Bu nedenle 6183 sayılı yasadaki usul burada işletilemez. Çünkü özel yasa var. Tabi vergi hukukçuları daha iyi bilir.

-        Bu paranın tahsil işini savcılıklar takip ediyor. Mal müdürlükleri /vergi daireleri değil. Cezaevi idaresi mahkumdan alamazsa, bir belge hazırlayıp kişinin ikametgahı savcılığına bir yazı yazıyor. Şahsın ödeme gücü araştırılıyor. Eğer ödeme durumu yoksa öylece kalıyor. Eğer ödeme gücü varsa malmüdürlüğüne veya vergi dairesine bildiriliyor orası tahsil ediyor.

-        Uygulamada savcılık polis veya jandarmaya yazı yazıp malvarlığını araştırıyor.

-        KHK ile işinden atılmış ve tamamen fakir durumda olanlar da durumlarını bildirip parayı ödemekten içtinap edebilirler.

-        Fakirliklerinin ispatı için ne tür belgeler ortaya konulabilir.

o   Kendisinden para talep edilenler Anayasa mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesi gibi bir yerlere açtıkları davalarda adli yardım almışlarsa  fakirliklerini bu kararla belgeleyebilirler. Ceza dava dosyasında mahkeme sosyal ekonomik durum araştırması yaptırmış ve emniyet malvarlığı yoktur diye bir belge vermişse bu sunulabilir.

o   Fakirliği ispatlamanın bir başka yolu fakirlik ilmühaberi. Daha önce muhtarlıklardan fakirlik ilmühaberi adlı bir belge alınıyordu, savcılıklar buna itibar ediyordu.

o   Fakirliği ispatlayabilecek pek çok yöntem var. bunlardan herhangi birine başvurulabilir.

-        Aileler, kendilerini  kesinlikle parayı ödeme ile sorumlu tutmamalılar. Bu borç şahsi bir borçtur. Aileleri ilgilendirmez. Eğer ödemezlerse de ailelerden talep edilemez.

-        Burada şu soru akla gelebilir mahkumun cezaevindeki şahsi hesabında yani emanet para hesabındaki parayı alabilirler mi? Hayır o kişinin şahsi parasıdır. Mahkum yazılı dilekçe vermedikçe o parayı asla çekemezler. Cezaevi kantininden bile imzalı belge ile alışveriş yapılır. 

-        Bu durumda hükümlüler yine de hesaplarında çok para tutmamalılar.

SÜRECİN İŞLEYİŞİ VE ÖDEME GÜCÜ YOKSA YAPILMASI GEREKENLER

1-     Tahakkuk

     Vergi hukuku kapsamında bir borcun vergi dairesince tahsilinin yapılabilmesi için öncelikle tahakkuk ettirilmesi gerekir. Bu kapsamda ilk mektup 2845 sayılı yasaya göre kişi cezaevindeyse kendisine tebliğ edilecek. Tahliye olmuşsa savcılıklar aracıylığıyla tebligat yapılacak. 2845 sayılı yasadaki özel düzenleme gereği bu aşamada ödeme durumunun olmadığını cezaevine veya savcılığa bildirmeli. Gerekirse yukarıda bahsedilen belgeler veya benzerleri ile durum belgelenmeli.

    Vergi hukuku temel kurallarına göre kişiye doğrudan ödeme emri gönderilmez/gönderilmemeli. Öncelikle borcun tahakkuk ettikten sonra tahsil aşamasına geçilebilir. Yani öncelikle borçludan belirli bir süre içerisinde borcun ödenmesinin istenilmesi, bu tebligatın usule uygun olarak yapılması gerekmektedir. Türkiye’de ödeme emrinden önce borcun tahsili için gönderilen karar/işlem çoğunlukla usule uygun olarak tebliğ edilmemektedir. Eğer ödeme emri gönderilmiş ise 7 gün veya ödeme emrinde belirtilen süre içerisinde Vergi veya İdare Mahkemelerinde itiraz edilmesidir. Bu itiraz yapılırken en önemli husus ödeme emrinden önce gönderilen veya gönderildiği söylenen işlem/karar usulüne uygun tebliğ edildi mi? Ödeme emrinden sonra borca itiraz edilemiyor. Bu nedenle ödeme emrinden önce gönderilen karara karşı vergi mahkemesi veya idare mahkemesinde borca itiraz için dava açılmalıdır. Bu dava açılmazsa ödeme emri gönderilebilir. Tabiiki yürütmenin durdurulması kararı alınmadıysa, ama ödeme emrine bakan mahkeme bu davanın sonucunu beklemeli ve bu dosyada verilen karara göre bir karar vermelidir.

Dikkat edilecek Hususlar:

Tahakkuk eden veya karar altına alınan borçtan dolayı “usulüne uygun” bir işlem veya karar var mı ve bu usulüne uygun tebliğ edildi mi?

Bir karara var ve usule uygun tebliğ edildi ise bu karara veya işleme karşı, olayın konusuna göre vergi veya idare mahkemesinde dava açılmalıdır. Yani konu vergi ile alakalı ise Vergi Mahkemesi, idare ile ilgili, mesela para cezası ise idare mahkemesinde dava açılmalıdır.

Ödeme emri tahsilat için gönderilen bir işlemdir. Tahakkuk edilen vergi, karar veya işleme karşı usule uygun tebliğ yapıldı ve dava açılmadıysa artık ödeme emrine karşı açılan davada “borcum yoktur” vs gibi itirazlar yapılamaz.

Türkiye’de karar/ödeme emirlerinin çoğu usule uygun tebliğ yapılmıyor. Karar usule uygun tebliğ edilmediyse Mahkeme ödeme emrini iptal ediyor.

2-     Ödeme emri ve sonrası

Savcılık araştırması yapılmadan doğrudan, Vergi dairesi/mal müdürlüğü şahsın ekonomik durumu olmamasına rağmen 6183’e göre ödeme emri gönderirse ne yapılacak. Vergi dairesine itiraz edilebilir mi? Ödeme emri gelmiş, 17.600 TL, şahıs sigortalı bir işte asgari ücretle çalışıyor. Bu borcu öyle ha diyince ödeyemez. Zaten kazandığı para karnını doyurmuyor. Bu durumda ne yapmalı. Vergi daireleri taksitlendirme, borcu öteleme, vergi barışı vs. yapabiliyor mu? Vergi dairesi icra takibi yaparsa evindeki tüm malları, araba, ev vs. haczedebilir mi?

Bir borç tahakkuk ettikten sonra kişi dava açmıyor veya borcu kabul ediyorsa ödeme emrinden sonra kesinlikle mal beyanında bulunmalı ve param yok demelidir. Aksi halde tazyik hapsi var ve kişi hapse girmemek için borcu ödemek zorunda veya taksitlendirmek zorunda kalabilir. Bu nedenle kesinlikle mal beyanında bulunması gerekir. Geçimi haricinde parası yok ise sigortalı olarak çalıştığı bir işten dolayı aldığı bu paraya haciz konulamaz. Mesela 3.000TL maaş alan birinin asgari geçimi bellidir ve bu paraya haciz konuşsa bile çok az bir kısmına konuşabilir. Hepsine veya geçiminden daha fazlasına haciz konulursa itiraz edebilir ve bu hacze karşı ayrıca dava açabilir.

Kişinin pahalı ve lüx olmayan eşyalarına haciz konulamaz. Evi ve arabası çok lüx değil ve sadece birer tane var ise bu araba veya eve haciz konularda paraya çevrilemez.

İnsanın yaşamı için elinde bulundurduğu eşyalar haczedilemez, haczedilse de paraya çevrilmeyip sadece evde tespit yapıp geriye dönerler.

Bu gibi durumlarda genelde evi varsa evi veya arabasına haciz konuluyor. Türkiye’de E-Haciz sistemi yaygınlaşmıştı ve kişinin borcundan dolayı görünen ev veya arabasına direkt haciz konulabiliyordu.

Ama dikkat edilmesi gereken şey borç bu aşamalara gelmeden önce kesinlikle müdahale edilmeli ve gerekirse dava açılmalıdır.

 

3-     Kişi kendisine bir karar veya işlem ulaştığında mutlaka gerekli hukuki yollara başvurmalıdır. Yukarıda aşamalar metin içinde izah edilmişti. Ana başlıklar altında tekrar yazmak gerekirse

 

a.     Tahakkuk (İdarenin iç işleyişi)

b.     Tahsil (Genelde 30 gün içerisinde dava açılmalıdır)

c.      Ödeme emri ( Borcun içeriğine itiraz edilme sadece usule/tebligata vs itiraz edilebilir)

d.     Haciz ( Ev eşyaları haczedilemez, tek evi ise haczedileme, geçim olarak kullandığı arabası ise haczedilemez)

 

BORCA FAİZ İŞLETİLMESİ VE ALACAK ZAMANAŞIMI

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün resmi internet sitesinde[1] “Hükümlü ve tutukluların iaşe parası her altı ayda bir belirttiği adrese gönderilerek, iaşe bedelinin o günkü şartlardaki parasal tutarı kendisinden talep edilmektedir. Parasal miktar o günkü miktar ne ise, onun üzerinden hesaplanan miktardır. Zam ve faiz işletilmemektedir.“ açıklaması yer almaktadır. Buna göre borcun artması söz konusu olmayacaktır.

2548 sayılı yasada Yiyecek bedellerinden doğan alacaklar mahkûmiyetin hitamı (tahliye) tarihinden başlamak üzere beş senelik müruruzamana (zamanaşımına) tabidir, denilmektedir. Dolayısıyla 5 yıl geçmesiyle borç silinecektir.

 

GÖZALTINDA VE CEZAEVİNDE ÇIPLAK ARAMA


KOLLUKTA ÇIPLAK ARAMA

Kollukta çıplak arama ile ilgili düzenleme Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 28. maddesidir.

Maddenin ilgili bölümü şu şekildedir.

"Kişinin kanunlara göre izin verilmeyecek bir şeyi taşıdığına ilişkin makul şüphenin bulunması ve aramanın amacına başka türlü ulaşılamaması hâlinde, üst araması aşağıda belirtilen şekilde giysiler çıkartılmak suretiyle yapılabilir:

a) Arama yapılmadan önce, bu aramayı yapmanın neden gerekli görüldüğü ve nasıl yapılacağı, o birimde görevli en üst kolluk âmiri tarafından ilgiliye bildirilir.

b) Arama, aynı cinsiyetten görevliler tarafından yapılır; arama işlemi kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir.

c) Arama, kişinin utanma duygusunu en az ihlâl edecek bir şekilde yapılır; önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır; bedenin alt kısmındaki giysiler, üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler mutlaka aranır.

d) Arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir.

e) Arama, mümkün olduğunca kısa bir süre içinde bitirilir.

Yapılan aramanın neticesinde bir suça ilişkin iz, eser, emare ve delil elde edilirse, kişi yakalanır.

Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir."

 

CEZAEVİNDE ÇIPLAK ARAMA

Cezaevlerinde yapılacak olan aramalar

Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’de düzenlenmiştir.

 

Hükümlü Ve Tutukluların Aranması

Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım

MADDE 34- (1) Kurumlarda, oda ve eklentilerinde, hükümlünün üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Kurumun tamamında her ay bir kez mutlaka arama yapılır. Oda ve eklentilerinde yapılacak aramalarda bir hükümlü hazır bulundurulur.

(2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir:

a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlâl etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir.

b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır.

c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir.

ç) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir.

(3) Beden ve üst aramaları aynı cinsiyetten güvenlik ve gözetim görevlileri tarafından yapılır.

(4) Aramalar, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri veya kolluk kuvvetleriyle ya da diğer kamu görevlilerince ortaklaşa gerçekleştirilebilir.

(5) Kurum en üst amiri, Cumhuriyet başsavcısına bilgi vermek suretiyle önceden hazırlanan olağanüstü hâl planlarına göre kurumun fiziksel özelliği ve mevcudunu değerlendirerek, yılda en az iki kez olmak üzere uygun gördüğü zamanlarda diğer kamu görevlilerinin katılımıyla; isyan, firar, yangın ve benzeri olaylara karşı tatbikat yaptırır.

(6) Sayımlar, 10 uncu maddede belirtilen görevliler tarafından, dörtlü vardiya hizmetinin uygulandığı kurumlarda sabah, akşam ve gece olmak üzere günde üç kez, diğer vardiya hizmetlerinin uygulandığı kurumlarda ise her vardiya değişiminde yapılır.

(7) İdare tarafından uygun görülmesi durumunda, her zaman sayım yapılabilir. Olağanüstü durumlarda, kurum en üst amirinin talebi, Cumhuriyet başsavcısının oluru ile dış güvenlik görevlileri sayımlara katılabilir.

(8) Sayımlar, yatma planları da göz önünde bulundurularak odalarda yapılır. Sayımın yapılış şekli, kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek biçimde odada bulunan hükümlülerin sayısı dikkate alınarak idare tarafından belirlenir.

(9) Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır.

(10) Elektronik ortamda sayım gerçekleştirilen kurumlarda Bakanlıkça belirlenecek esaslar uygulanır

ZİYARETÇİLERİN ARANMASI

Ziyaretçilerin aranmasına ilişkin düzenleme 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir.

 

Ziyaret ve görüşlerde uyulacak esaslar

 

Madde 86

(1) Kapalı ve açık ceza infaz kurumlarına ziyaret veya görüşe gelen resmî heyet ve özel kişiler, kurum güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlarda bulunamaz, kurum güvenliği için alınan ve uygulanan yasal ve idarî tedbirlerin değiştirilmesini isteyemezler.

(2) Kurumun düzen ve güvenliğini, hükümlülerin sağlığını bozabilecek nitelikteki eşya ve maddeler ile her türlü iletişim araçları ve taşıma izin belgesi olsa da silâhlar kuruma sokulamaz. Ziyaret ve görüşlerde hükümlülere para, kıymetli evrak ve eşya verilemez.

(3) Kurum görevlileri ve dış güvenlik görevlileri dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza infaz kurumlarına girenler duyarlı kapıdan geçmek zorundadır. Bu kişilerin üstleri metal dedektörle aranır; eşyaları x-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirilir, ayrıca şüphe hâlinde elle aranır. Bu cihazların bulunmadığı yerlerde arama ve kontrol elle yapılır. Ancak milletvekilleri, mülkî amirler, hâkim, Cumhuriyet savcıları ve bu sınıftan sayılanlar, avukatlar, noterler, ceza infaz kurumları ve tutukevleri kontrolörleri, izleme kurulu başkan ve üyeleri, uluslararası sözleşmelerle yetkileri tanınmış kişi ve kuruluşların temsilcileri, ceza infaz kurumu ve tutukevi koruma birlik komutanı ile kurum müdürünün üstleri ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlleri dışında elle aranamaz. Duyarlı kapı cihazının ikazının sürmesi hâlinde bu kişiler ancak, elle aramayı kabul ettikleri takdirde kuruma girebilirler. Ziyaret yerleri de ziyaret öncesi ve bitiminde aranır.

(4) Ceza infaz kurumlarına giren avukatlarca savunmaya ilişkin olduğu yazılı olarak beyan edilen belge ve dosyalar incelemeye tâbi tutulmaz.

(5) Konusu suç teşkil etmemekle birlikte ceza infaz kurumlarına sokulması yasak olan her türlü eşya, çıkışta sahibine verilmek üzere idare tarafından muhafaza altına alınır.

(6) Hükümlüler, odalarından çıkış ve dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve eşya aramasına tâbi tutulurlar.

(7) Aramalarda insan onuruna saygı esastır.

(8) Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır.

 

ULUSLARARASI BELGELER

Bu bölümde Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine yer verilmemiştir. Konu ile ilgili hususi metinlere ulaşılmaya çalışılmıştır.

1- MAHPUSLARA MUAMELEYE DAIR BIRLEŞMIŞ MILLETLER ASGARI STANDART KURALLARI[1]

(NELSON MANDELA KURALLARI)

Mahpusların ve hücrelerinin aranması

Madde 50

Mahpusların üst ve hücrelerinin aranmasına yön veren yasa ve düzenlemeler, uluslararası hukuk uyarınca üstlenilen yükümlülüklere uygun olur ve hapishanelerde güvenliği sağlama ihtiyacını göz önünde tutarak, uluslararası standart ve normları dikkate alır. Aramalar, insanlık onuruna ve aranılanların mahremiyetine saygılı olacak şekilde ve aynı zamanda ölçülülük, yasallık ve gereklilik ilkeleri çerçevesinde yürütülür.

Madde 51

Aramalar, rahatsız etme, göz korkutma ya da mahpusun mahremiyetine gereksiz yere müdahale etmek için kullanılamaz. Hesap sorulabilmesi amacıyla hapishane idaresi, özellikle soyma ve beden boşluklarının aranması ile hücre aramaları için arama gerekçesi, gerçekleştirenlerin kimliklerini ve arama sonuçlarını içeren uygun arama kayıtları tutar.

Madde 52

1. Soyma ve beden boşluklarının aranması dahil rahatsız edici aramalara, ancak mutlak bir gereklilik söz konusuysa başvurulur. Hapishane idaresi, rahatsız edici aramalara uygun seçenekler geliştirmek ve kullanmak konusunda teşvik edilir. Rahatsız edici aramalar, özel olarak ve mahpusla aynı cinsiyete sahip eğitimli görevliler tarafından yürütülür.

2. Beden boşluğu araması sadece yetkili sağlık görevlileri tarafından veya bunlardan başka, öncelikle mahpusların bakımı ile sorumlu ya da en azından hijyen, sağlık ve güvenlik standartları ile ilgili bir sağlık çalışanı tarafından uygun şekilde eğitilmiş görevlilerce yürütülür.

 

AVRUPA KONSEYİ BAKANLAR KOMİTESİ'NİN ÜYE DEVLETLERE AVRUPA CEZAEVİ KURALLARI HAKKINDA REC (2006) 2 SAYILI TAVSİYE KARARI[2]

Arama ve Kontroller

54.1. Personelin, aşağıda sayılan yer ve kişilerin üzerinde arama yaparken uymak zorunda olduğu detaylı prosedürler olmalıdır.

a. Mahpusların yaşadığı, çalıştığı ve toplandığı her yer;

b. Mahpuslar;

c. Ziyaretçiler ve onların eşyaları;

ve

d. Personel

54.2. Bu tür aramaların gerekli olduğu durumlar ve aramaların biçimi ulusal mevzuatta belirtilmelidir.

54.3. Personele, aradıkları kişilerin insan onuruna ve kişisel eşyalarına karşı saygılı davranmak suretiyle, herhangi bir firar veya suç eşyası gizleme teşebbüsünü ortaya çıkaracak ve önleyecek şekilde arama eğitimi verilmelidir.

54.4. Aranan kişiler, arama yöntemleri nedeniyle küçük düşürülmemelidir.

54.5. Kişiler sadece hemcinsleri olan personel tarafından aranmalıdır.

54.6. Mahpusların vücut boşluklarındaki aramalar cezaevi personelince yapılmamalıdır.

54.7. Arama esnasında, mahrem yerler ile ağız, burun ve kulak içinde yapılacak inceleme sadece doktor tarafından yapılmalıdır.

54.8. Araştırma teknikleri veya personele yönelik potansiyel tehlike buna engel değilse, şahsi eşyaları aranırken mahpuslar da hazır bulundurulmalıdır.

54.9. Cezaevinin emniyet ve güvenliğinin sağlanması zorunluluğu ile ziyaretçilerin özel yaşamına saygı arasında denge kurulmalıdır.

54.10. Yasal temsilciler, doktorlar, sosyal çalışanlar vb. gibi uzman ziyaretçilerin aranmasına ilişkin prosedürler, kurum emniyet ve güvenliği ile özel mesleki giriş hakkı arasında bir denge sağlanması için onların meslek kuruluşlarıyla anlaşmaya varılarak düzenlenmelidir.

 

YÜKSEK MAHKEME KARARLARI

 

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

Anayasa Mahkemesi çıplak arama ile ilgili vermiş olduğu kararlarında aşağıdaki temel kriterleri benimemiştir[3].

Örnek kararlardan biri aşağıda yer almaktadır:

Mahir Birgül, B. No: 2017/37181, 13/10/2020

Çıplak arama yapılması hükümlü ve tutuklular açısından tek başına kötü muamele yasağını ihlal eden bir durum olarak değerlendirilemez. Nitekim bu tür bir aramayla ceza infaz kurumlarının güvenliğinin sağlanması, hükümlü ve tutukluların kurum içinde kendilerine, diğer hükümlü/tutuklara ve infaz koruma memurlarına zarar verecek veya suç oluşturacak uyuşturucu maddelerin, kesici ve delici aletlerin sokulmasının engellenmesi amaçlanmaktadır (Turan Günana (5), §§ 64, 65; Mahir Birgül, B. No: 2017/37181, 13/10/2020, § 40).

5275 sayılı Kanun'un 21. maddesi ceza infaz kurumlarına yerleştirilen hükümlü ve tutukluların kuruma giriş işlemleri esnasında üst aramalarının yapılacağını düzenlemiştir. İnfaz Tüzüğü'nün 46. maddesi de aramanın ayrıntılarını belirleyerek çıplak arama uygulamasının koşullarını ve uygulanma biçimini ortaya koymuştur  (Mahir Birgül, § 41).

Bununla birlikte çıplak arama usulü ve sıklığı kötü muamele yasağının ihlal edilmesine sebebiyet verebilir. Çıplak arama usulünün beraberinde getirdiği kaçınılmaz rahatsızlık seviyesini aşacak şekilde yapılan uygulamanın bireyin aşağılanması ya da küçük düşmesine sebebiyet vermesi hâlinde kötü muamele yasağının ihlal edilmesi sonucunu doğurabilecektir  (Mahir Birgül, § 42).

Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23; Mahir Birgül, § 43). 

Anayasa Mahkemesince çıplak arama ile ilgili daha önce incelediği benzer başvurularda (Mehmet Bayraktar, B.No: 2014/2316, 15/2/2017; Elif Kaya, B.No: 2014/266, 6/4/2017), hükümlü veya tutukluların aynı cinsiyetten personel tarafından arandığı, çok sık arama yapılarak aramanın rencide etme uygulamasına dönüşmediği, başkalarının karşısında arama yapılmadığı gibi aramaya ilişkin somut uygulama koşulları irdelenerek bu kapsamdaki şikayetlerin açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmiştir  (Mahir Birgül, § 44).

Somut olayda başvurucu, çıplak arama yapılmasından şikâyetçi olmuştur. Ancak başvurucu; çıplak aramanın usulü, süresi veya uygulanmanın onurlarını zedeleyecek seviyeye ulaştığı yönünde ayrıntı dile getirmemiştir. Diğer taraftan infaz görevlileri, aramanın bireylerin iç çamaşırlarının çıkarılmayarak sadece üst kıyafetlerinin kısım kısım çıkarılarak tamamlandığını ifade etmişlerdir. Ayrıca aramanın arama kabinlerinin içinde yapıldığı kamera kayıtlarına yansımıştır. Dolayısıyla başvurucunun hemcinsi olan iki infaz görevlisi tarafından başka bir kişinin ya da kameranın bulunmadığı kapalı bir ortamda, üzerinde iç çamaşırı kalacak şekilde soyularak arandığı anlaşılmaktadır (Mahir Birgül, § 45). 

Bu durumda şikâyet konusu aramanın çıplak arama olarak nitelendirilmesi hususunda tereddüt bulunmakla birlikte başvurucunun çıplak olarak arandığı kabul edilse dahi başvuruya yansıyan olgulardan dolayı arama tedbirin başvurucuya uygulanışının aramanın beraberinde getirdiği rahatsızlık seviyesini aşacak şekilde olduğunun tespit edilmesi mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak başvuru konusu aramanın kötü muamele yasağı bakımından aranan asgari eşik seviyesine ulaşmadığından bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır  (Mahir Birgül, § 46).

 

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen davalarda aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur[4].

Iwanczuk v. Polonya Kararı:  başvuru no. 25196/94, 15 Kasım 2001[5].

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi cezaevinde hükümlü ve tutuklular üzerinde çıplak arama yapılabileceğini ancak vakaya göre durumun değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindedir (prg.59 ilk cümle).

AİHM’ye göre, cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin çıplak aramaya maruz kalmaları 3. maddeye aykırılık teşkil edebilmektedir. AİHM, konu ile ilgili kararlarında, cezaevi güvenliğini sağlamak ve cezaevinde kargaşa çıkmasını önlemek için bazı durumlarda çıplak aramanın gerekli olabileceğini ancak bu durumlarda dahi aramanın uygun şekilde yapılması zorunluluğunu vurgulamaktadır.

Hırsızlık suçundan tutuklanan ve kaldığı cezaevinde genel seçimler için oy kullanmak istemesi üzerine gardiyanlar tarafından çıplak aramaya zorlanan, bu sırada gardiyanların aşağılayıcı sözlerine maruz kalan başvurucunun başvurusunda AİHM, öncelikle, haklarında kesinleşmiş mahkeme kararı olmayan tutuklu kişilerin masumiyet karinesinden yararlanacaklarını ve masumiyet karinesine uygun davranma yükümlülüğünün gardiyan gibi tutuklu üzerinde kontrol kurabilecek cezaevi yetkilileri için de geçerli olduğunu söylemektedir. Daha sonra mahkeme, başvurucunun kişiliğini, tutuklu kaldığı süre boyunca sergilediği tutumu, sabıkası olup olmadığını ve işlediği suçu değerlendirerek başvurucunun şiddet kullanabileceğine dair bir korkuya yer olmadığından, bu sebeple başvurucunun çıplak aramaya maruz kalmasını haklı gösterecek bir neden bulunmadığından bahsetmektedir.  Buna göre, başvurucunun oy kullanmak gibi kendisine cezaevi tarafından tanınan bir hakkı kullanmak isterken çıplak aramaya ve aşağılayıcı sözlere maruz bırakılması AİHS’nin 3. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.

 

Van Der Ven v. Hollanda Kararı : Başvuru no. 50901/99, 04 Şubat 2003[6]

 

 AİHM, bu konuya ilişkin görüşünü Van Der Ven v. Hollanda kararında da açıklamaktadır. 

Söz konusu kararda başvurucu, cezaevine girişte, açık görüş öncesi ve sonrası, doktor, diş hekimi ve kuaför ziyaretleri sonrası mutlaka; ayrıca, cezaevi yönetimi tarafından güvenliği sağlama ve olası tehlikeleri önleme ihtiyacı hissedildiği her zaman olmak üzere, haftada en az bir kez tüm tutukluların çıplak aramaya maruz kaldığı bir cezaevinde kalmaktadır. Bu durum, İşkenceyi Önleme Komitesi’nin cezaevine yaptığı ziyaret sonucu hazırlanan rapora da konu olmakta ve raporu hazırlayanlar tarafından haklı bir nedene dayanmayan ve hükümlüleri aşağılayan bir uygulama olarak tanımlanmaktadır.

 AİHM, tutuklu ve hükümlülerin ikna edicilikten yoksun “güvenlik ihtiyacı” gerekçesiyle çok katı güvenlik tedbirleri altında yaşamasının yanı sıra, başvurucunun 3.5 yıl boyunca haftada en az bir kez çıplak aramaya maruz bırakılmasının ızdırap çekmesine ve kendisini aşağılanmış ve küçümsenmiş gibi hissetmesine neden olduğunu söylemektedir.

 

DEĞERLENDİRME

 

Hükümlü ve tutuklularla ilgili olarak;

Cezaevi uygulamaları ile ilgili temel metinlerde, çıplak aramanın yapılabileceği kabul edilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi de çıplak arama yapılmasına cevaz vermektedir. Sorun hem iç mevzuatta ve uluslararası metinlerde hem de yüksek mahkeme kararlarında zorunluluk, gereklilik, ölçülülük ve orantılılık hususlarına dikkat çekilmektedir. Verilmiş olan ihlal kararlarında aramaların tektar tekrar yapılması hususu ihlal olarak ortaya konulmuş ve sayıya odaklanılmış.

Ziyaretçilerle ilgili olarak;

Ziyaretçilerle ilgili çıplak arama yapılabileceği, iç çamaşırlarına kadar kontrol yapılabileceği, hatta iç çamaşırların dahi çıkarılabilmesine izin verir mahiyette ne iç hukukta ne de uluslararası hukukta hiçbir düzenleme bulunmamaktadır.