16 Haziran 2022 Perşembe

1/10'dan Faydalanmak İçin Dilekçe Örneği

 

... Cezaevi İdare ve Gözlem Kuruluna

 

Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezaevinizde hükümlü olarak bulunuyorum.

Tutukluluk ve hükümlülükte geçirdiğim süre boyunca ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara harfiyen uydum, haklarımı iyi niyetle kullandım, yükümlülüklerimi eksiksiz yerine getirdim,  mahkumiyetime konu örgütle ile irtibat ve iltisağım yoktur, tahliye sonrasında da olmayacaktır, toplumla bütünleşmeye hazırım.

Hakkımda hiçbir disiplin cezası yoktur. Hükümlü ve tutuklularla da herhangi bir sorun yaşamadım. Cezaevi kütüphane kayıtlarından da görüleceği üzere  geldiğim günden bu yana yüzlerce kitap okudum.  Yani Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun ve ilgili yönetmeliklerde iyi halli kabul edilmeye dair tüm şartları taşıyorum.  

Gözlem ve Sınıflandırma Yönetmeliğinin 32/9 maddesi gereğince kapalı kurumda geçirmem gereken süreden 1/10 indirim yapılması için gerekli şartların tamamını taşıyorum. Hakkımda uygulanması için hiçbir engel yoktur.

Yukarıda açıklandığım ve somut verilerle ortaya koyduğum üzere iyi halli olmam (korona hastalığı nedeniyle hayati tehlike altında bulunmam kapalı cezaevi şartlarında hastalığa karşı hijyen, mesafe ve açık havada bulunma gibi tedbirleri yerine getirmemin mümkün olmaması)* nedeniyle infazımın kalan kısmını açık cezaevinde geçirmek istiyorum. Kapalı kurumda geçirmem gereken süreden Gözlem ve sınıflandırma yönetmeliğinin 32/9 maddesinde düzenlenen 1/10’luk indirim yapılarak açık cezaevine ayrılmama karar verilmesini talep ediyorum.

Gereğini arz ederim.

 

* Bu konu yazıla da bilir yazılmaya da bilir.

17 Mayıs 2022 Salı

KORONA İZİNLERİ SONA ERİYOR ŞİMDİ NE OLACAK?

 2020 yılı Nisan ayından bu yana açık cezaevlerindeki mahkumlar Covid-19 izni ile infazlarına evlerinde devam ediyordu. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 93. Maddesine göre izinde geçen süreler infazdan sayıldı.

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünce yapılan açıklama ile 31.05.2022 tarihinde bu izinlerin sona ereceğini, bu tarihte mahkumların kayıtlı oldukları açık cezaevlerine teslim olmalarını ilanen duyurdu.

Denetimli serbestlikten yararlanan mahkumların da izinlerine son verildi ve denetim tedbirlerine kaldığı yerden devam edileceği bildirildi. Burada kastedilen grup çalışması, kamuda çalışma gibi sosyal etkileşimi yüksek olan faaliyetlerdir.

Yapılması gerekenler nelerdir?

Açık cezaevine iken izne gönderilenlerin açıkça geçirmeleri gereken süre dolmadıysa cezaevine dönmeleri gereklidir. Vaktinde teslim olmazlar veya hiç dönmezlerse  Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 97. Maddesi gereğince haklarında disiplin cezası veya TCK 292. Maddesi gereğince firar suçundan soruşturma yapılabilecektir.

Denetimli serbestlikte olanlar için de açıktakilerle ilgili kurallar geçerli. Eğer izin sırasında denetim süreleri dolmadıysa denetimli serbestlik müdürlüğüne dönüp infaza devam edecekler. Bunlar da vaktinde Denetimli Serbestlik Müdürlüğüne müracaat etmelidir. Aksi taktirde haklarında disiplin cezası uygulanarak, denetime son verilip kalan cezanın cezaevinde devamına karar verilebilir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 105/A maddesi gereğince Denetimli Serbestlik bir hak değil infaz hakiminin taktirine bağlıdır. Madde metninde bu yüzden “karar verilebilir” denilmektedir. Bu yüzden teknik olarak, terör dahil tüm suçlarda, kapalıda bulunan bir hükümlü denetimli serbestlikten hiç ayrılmadan cezası infaz edilebilir. Cezaevi kurulları ve infaz hakimi uygun görmezse kimse denetimli serbestliğe çıkamaz. Tabi bunun için sağlam gerekçeler yazılmalı, itiraz mercileri de bunu uygun görmelidir. Tabi bu ya zorlayıcı şartların ya da ayrımcılık temelli kötü niyetli bir yaklaşımın göstergesidir. Ancak yapabilirler. Konunun taktir yetkisi kullanımına bırakılması nedeniyle bu konudaki uygulamalar cezaevinden cezaevine, infaz hakiminden infaz hakimine değişebilir. Buraya kadar bahsedilen durum açığa ayrılan mahkumlar için de geçerlidir.  Cezasının tümünü açıkta geçirtebilirler. Hiç denetimli serbestlikten faydalandırmayabilirler. Bu yüzden açığa geri çağrılan ve denetime ayrılma hakkı bulunanlar hukuk mücadelesi vermelidirler. Çünkü açığa ayrılma denetimli serbestlikten faydalanmaya engel değildir.

Burada sorulan bir soru daha var? SGK kaydı ile bir işyerinde çalışanlar hakkında kamu hizmeti cezası uygulanıp uygulanmayacağı konusu. SGK kaydı ile bir işyerinde çalışılıyorsa kamu hizmeti cezası tatbik edilemez. Ancak Grup çalışması gibi diğer tedbirler uygulanabilecektir.

11 Nisan 2022 Pazartesi

HAMİLE VEYA ÇOCUKLU KADINLAR İLE HASTA VE YAŞLI TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER İLE İLGİLİ MEVZUAT

 


Hamile ve Çocuklu Kadınlar

Türk Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununun

16/4 maddesi gereğince gebe kadınlar ve doğumdan itibaren 1 yıl 6 ay geçmemiş kadınlar hakkındaki cezaların infazı ertelenir.

105-A-3/a maddesine göre, ceza evinde bulunan, 0-6 yaş grubu çocuğu olan, cezasının tamamlanmasına 2 yıldan az kalmış olan kadınlar denetimli serbestlikten yararlanmak üzere erken tahliye edilirler,

 110/4 maddesi uyarınca ceza kesinleşmiş  3 yıldan az süre kalmış olan bebekli kadınların cezaevi yerine konutta çektirilir.

Hasta ve yaşlı hükümlüler

Türk Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanununun

16/6 maddesi nedeniyle ağır hastalık hallerinde cezanın infazı iyileşinceye kadar  ertelenir.

17/4 maddesi gereğince hastalık nedeniyle hükümlünün isteği halinde, cezanın infazı iyileşinceye kadar ertelenir.

110/3 maddesi uyarınca ceza kesinleşmiş  3 yıldan az süre kalmış olan ağır hasta mahkumların cezaları cezaevi yerine konutta çektirilir.

 

Hasta ve Yaşlı Hükümlülerin Tahliyesi Prosedürü

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16/3 maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:

“Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.“

Tutuklu ağır hasta ve hamilelerle ilgili tahliye prosedürüne ilişkin CMK 109/4 maddesi

„Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremediği 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca tespit edilen şüpheli ile gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadın şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir. Hakkında mahkûmiyet hükmü verilmiş ve bu hükümle ilgili olarak istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinde, UYAP kayıtlarını incelemek suretiyle hükmü veren ilk derece mahkemesi de adlî kontrol kararı verebilir.“

26 Mart 2022 Cumartesi

Sonradan TCK 58/9'un Müddetnameye Eklenmesi Meselesi ile ilgili Bir Görüş

 

TCK 58/9 Maddesinin Terör Suçları Dışında Uygulanması Sorunu

SORU:

Hem örgüt üyeliği hem de kamu kurumları aleyhine dolandırıcılık suçlamasıyla tutuklu olarak yargılanan ............. hakkında yerel mahkeme, örgüt üyeliği suçundan 10 yıl mahkumiyet kararı verdi. Bunun yanı sıra (KPSS nedeniyle) Kamu Kurumu Aleyhine dolandırıcılık suçundan da 3 YIL 1 AY 15 GÜN HAPİS VE 327.400,00-TL ADLİ PARA CEZASIYLA CEZALANDIRILMASINA karar verilmiştir.

Yargıtay örgüt üyeliği cezasını yüksek ceza gerekçesiyle bozmuş fakat dolandırıcılık suçunu aynen onamıştır. Kesinleşen ceza nedeniyle infaz savcılığı cezanın nasıl çektirileceği karar metninde belirtilmediği için yerel mahkemeye görüş sormuştur. Yerel mahkeme bu konuda;

‘’Her ne kadar kararın hüküm fıkrasında belirtilmemiş olsa da hükümlünün işlediği sabit bulunan dolandırıcılık suçunun sanığın terör örgütü mensubu olup dolandırıcılık suçunun örgüt kapsamında işlenmiş olduğu sabit olduğundan hükümde belirtilmeyen Türk Ceza Kanunu'nun 58/9 maddesi gereğince sanığın terör örgütü mensubu olup dolandırıcılık suçunun örgüt kapsamında işlenmiş olduğu anlaşıldığı gözönüne alınarak hükmolunan cezanın MÜKERRİRLERE ÖZGÜ İNFAZ REJİMİNE GÖRE ÇEKTİRİLMESİ ve ayrıca sanık hakkında cezanın infazından sonra DENETİMLİ SERBESTLİK TEDBİRİ UYGULANMASI hususu göz önüne alınarak mevcut duraksamanın giderilmesi için gereği bilgilerinize  rica olunur.’’ Şeklinde cevap vermiştir. Bu durumda infaz karanın kesinleşme tarihinden itibaren dolandırıcılık suçunun infazının bu kapsamda çektirilmesine karar vermiştir.

Sorular:

1-           ACM nin görüşünde herhangi bir isabetsizlik var mıdır?

2-           Dolandırıcılık suçunun infazının bu şekilde çektirilmesi doğru mudur?

3-           Müddetname ye karşı süresiz itiraz hakkı olduğundan bu kanuda nasıl bir itirazda bulunulabilir?

4-           Başka neler yapılabilir?

 

 

GÖRÜŞ:

 MEVZUAT:

Örgütlü suçlarda cezanın infazının nasıl yapılacağı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİHK) 107/4 maddesinde düzenlenmiştir.

 Buna göre “(4) Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkûmiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar cezalarının üçte ikisini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler. (Ek cümle:14/4/2020-7242/48 md.) Koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından ise tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır. Ancak, bu süreler;(2) a) Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde kırk, b) Birden fazla müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde otuzdört, c) Bir ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla kırk, d) Bir müebbet hapis cezası ile süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuzdört, e) Birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuziki, Yıldır. (Ek cümle:22/7/2010 - 6008/9 md.) Bu fıkra hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz“

 Örgütlü suçlara ilişkin mahkumiyet kararında cezanın nasıl infaz edileceğine dair düzenleme bulunmaktadır. Buna göre mahkeme mahkumiyet kararında cezanın TCK 58/9 maddesine göre mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilir.

TCK 58/9 maddesi “(9) Mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin, itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu suçlu hakkında da uygulanmasına hükmedilir“ CGTİHK 108 maddesine göre mükerrirlere özgü infaz rejiminde infaz süresinin hesabı 2/3 yerine ¾ olarak uygulanır.

 Terör suçlarının infazının nasıl yapılacağına dair düzenleme 3713 sayılı yasanın 17/1 madesinde yer almaktadır. Maddede „Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır. (Ek cümle:14/4/2020-7242/65 md.) Ancak, süreli hapis cezaları bakımından düzenlenen koşullu salıverilme oranı, dörtte üç olarak uygulanır. „ 

3713 sayılı yasa kapsamındaki suçlar 3713 sayılı yasanın 3. ve 4. Maddesinde sayılmıştır. Bu düzenleme bu suçlarla ilgilidir. Soruya konu olan dolandırıcılık suçu terör suçu değilldir.

 

 

SORULARA CEVAPLAR

1- ACM nin görüşünde herhangi bir isabetsizlik var mıdır?

Savcılık her ne kadar infazda tereddüt nedeniyle ACM’den görüş istemiş ise de, ortada tereddüt yoktur. Çünkü şahıs mükerrir değildir. Derecattan geçen mahkumiyet kararında bu husus aleyhe temyiz ve aleyhe bozma gerekçesi yapılmamıştır.  

TCK 58/9 maddesinin uygulamasının sağlanabilmesi için mahkumiyet kararında, mahkemenin bu konuda bir irade beyan etmesi gerekirdi. Eğer gerekçeli kararda yer almamışsa bu durumda uygulaması söz konusu olmaz. Çünkü mahkum aleyhine bir durum yaratmaktadır. Cezayı artırmaktadır. Karar derecattan geçip, ceza kesinleştikten sonra fazla ceza infazı gündeme gelmiştir. Kesin hüküm etkisi, kazanılmış hak, cezanın belirliliği, öngörülebilirliği ilkeleri çiğnenmiştir. Bu hukuken bu görüşe/uygulamaya karşı itiraz edilmeli, AİHM’ne kadar  gidilmelidir.

TCK 58/9 maddesi “örgüt mensubu suçlu” ifadesini kullanmaktadır. Kanunun yorumunda sanık aleyhine ve hak kaybına netice verecek şekilde bir uygulama yapılamaz. Örgüt mensubunun işlediği diğer suçlar denilmemektedir.  Somut olayda örgüt mensubiyetinden ceza kesinleşmemiştir. Mahkemenin ve savcılığın bu şekildeki kabulleri masumiyet karinesinin ihlalidir.

Yukarıda da belirtildiği üzere 3713 sayılı yasanın 17. Maddesi her ne kadar terör suçlarının cezasının infazını ¾ olarak belirlemiş ise de, dolandırıcılık suçları 3713 sayılı yasanın 3 ve 4. Maddesinde sayılmamıştır. Bu yüzden bu kapsamda değerlendirilemez.

Sonuç olarak ACM’nin kararı/görüşü isabetsizdir.

2- Dolandırıcılık suçunun infazının bu şekilde çektirilmesi doğru mudur?

CGTİHK md. 107/4’de açıkça “örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde” cezanın 2/3 oranında infaz edileceği düzenlenmiştir. Her ne kadar ilgili mahkum hakkında örgüt suçundan kesinleşmiş mahkumiyet söz konusu olmasa da, mahkemenin ve savcılığın bu yöndeki kabulüne rağmen 2/3 şeklinde infaz yapılmalıdır.

Ayrıca ortada infaza gelen kesinleşmiş tek mahkumiyet dolandırıcılık suçundandır. Bu suçun cezası genel infaz rejimine tabidir. Bu suçun infazı bir varsayıma dayanılarak ¾ infaz edilemez. 

            3- Müddetname ye karşı süresiz itiraz hakkı olduğundan bu kanuda nasıl bir itirazda                     bulunulabilir?

Müddetnameye karşı, yukarıda belirtilen gerekçelerle, kesinleşmiş mahkumiyet kararında belirtilmeyen bir husus nedeniyle görüş bildirilerek sonradan ceza artırılamaz.

4-  Başka neler yapılabilir?

Terör suçları dışında kalan mahkumiyet cezalarında TCK 58/9 maddesinin uygulanmasına karar verilip verilmediği takip edilmeli. Bu konular mutlaka temyiz gerekçesi yapılmalı, onama halinde bu hususlar baştan AYM-AİİHM’ne kadar taşınmalıdır.

DOLANDIRICILIK NEDENİYLE VERİLEN PARA CEZALARININ İNFAZI HUSUSU

Bu konudaki diğer bir konu dolandırıcılık suçlarından verilen onbinler hatta yüzbinlerce liralık para cezalarının infaz prosedürüdür.

Bu konu 5275 sayılı yasanın 106. Maddesinde düzenlenmiştir.

Düzenlemedeki esaslara göre hükümlü kişi cezaevinde ise vasisine, dışarıda ise kendisine para cezasını ödemesi için tebligat gönderilecektir. Kişi öncelikle cezayı ödemek zorundadır. Ödeyemeyecek ise ceza kamu hizmeti cezası olarak çektirilecektir. Eğer bu da olmazsa cezanın infazı açık cezaevinde gerçekleştirilecektir. Kişi açık cezaevinde en fazla 3 yıl tutulacaktır. Para cezasından arta kalan kısım olursa bu amme alacaklarının infazı hakkında kanun hükümlerine göre tahsil edilecektir.

Kişi cezaevinde ve tebliğ kendisine yapılmışsa, tebligatı gönderen savcılığa derhal dilekçe ile başvurarak tebligatın vasisine yapılmasını talep etmelidir. Yine vasi de kendisi durumdan haberdar olursa savcılığa başvurarak tebligatın kendisine yapılmasını isteyecektir. Vasi mahkumun cezavinde olduğunu, para cezasını ancak çıktıktan sonra çalışarak, borç bularak veya kredi çekerek ödeyebileceğini, ödeyemezse de cezanın kamu hizmeti olarak infaz edilmesine hazır olduğunu ifade eden bir dilekçe vermelidir.  

27 Ocak 2022 Perşembe

Hasta ve Yaşlı Mahpusların Cezaevinde Tutulması Sorunu

 

Gerçek hayatta olduğu gibi, ceza evlerinde de hasta ve yaşlı mahpuslar dezavantajlı durumda olup ciddi mağduriyetler yaşamaktadırlar. Cezaevlerinin gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak yarattığı yıkıcı ve yıpratıcı etki, hasta ve yaşlı mahpuslarda kendini daha çok hissettirmektedir.

Son zamanlarda bu konuda öne çıkan isimlerden biri Ayşe Özdoğan diğeri Yusuf Bekmezci oldu.

Ayşe Özdoğan ağır kanser hastası olması ve cezaevi dışındaki yaşantısında dahi yardıma muhtaç olmasına rağmen cezasının kesinleşmesi gerekçe gösterilerek cezaevine konuldu. Hakkında Adli Tıp Kurumu ilkin cezaevi şartlarında kalabileceğine dair rapor düzenledi. Savcılık da bu rapora istinaden infazın ertelenmesi talebini reddetti. Ardından oluşan toplumsal tepkinin etkisiyle cezaevinde kalamayacağına dair rapor düzenlenerek tahliye edildi. Tahliye edilene kadar, tabuttan farksız cezaevi nakil araçları ile hastane dolaştırıldı, cezaevinde çok zor şartlarda kalmak zorunda bırakıldı.

Yusuf Bekmezci’nin durumu da cezaevinde tutulması için uygun değildir. Hastadır, 87 yaşındadır, uyku apnesi, prostat, ileri derece işitme kaybı, algı ve muhakeme sorunu, Alzheimer gibi hastalıkları bulunmaktadır. Kendisine, 4 Ocak’ta normal bir insanın rahatlıkla atlatabileceği basit bir ameliyat için genel anestezi yapılmış ancak yaşlı, hastalıklı ve zayıf bünyesi bunu kaldıramamış ve bir daha uyandırılamamıştır. Yazının yazıldığı tarih itibariyle 23 gündür uykudadır.

Yusuf Bekmezci’nin yakınlarının kendisine yaklaşmasına, temas kurmasına, başında beklemesine dahi izin verilmemektedir.

Bu yaşta ve bu durumda bulunan birinin cezaevinde tutulması, infaz ertelenmesi yönündeki taleplerin ısrarla reddedilmesi, etik olarak insanlık ayıbı, hukuki açıdan ise insanlığa karşı suçtur.

Bu vesile ile Yusuf Bekmezci örneğinden hareketle yaşlı ve hasta mahpusların durumunu bütüncül bir bakışla bir kez daha ele almakta fayda olacaktır.

 Ağır hasta ve ileri derecede yaşlı olanların cezaevinde tutulması infazın amacına aykırıdır.  

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 3. Maddesinde cezaların infazının amacı “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.“ şeklinde tanımlanmıştır.  

İleri derecede yaşlı ve ağır hastaların cezaevinde tutulmaları bu düzenlemeye aykırıdır. Kendisine bakmaktan aciz olan bu insanların başkaları için „suç“ tehdidi olması bütün mantık kurallarına aykırıdır. Yine bu insanlar hakkındaki cezanın ertelenmesi yerine derhal uygulanması ile ıslahlarının/rehabilite edilmelerinin hedeflendiği „varsayımının“ kabulü de söz konusu olamaz.

Bu yasal düzenleme ve tespitler ışığında Yusuf Bekmezci’nin şahsi durumu ele alınacak olursa, 87 yaşında ve birçok hastalıktan muzdariptir. Kendisi hala yoğun bakımdadır. Bu şartlarda, cezanın ısrarla infazına devam edilmesi infazın amacına uygun değildir.

Ağır hasta ve ileri derecede yaşlı olanları cezalarının infazı ertelenmelidir.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16. Maddesinde hastalık, yaşlılık ve doğum nedeniyle cezaların ertelenmesi yasal zorunluluk olarak düzenlenmiştir. 

Maddenin 2. Fıkrasına göre „diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.“

3. fıkrasına göre „Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

6. fıkrasına göre „Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.“

denilmektedir.

Bu düzenlemeleri Türkiye’nin cezaevi gerçeğini gözler önüne sererek ele almak gerekir.

Türkiye’de cezaevlerinde aşırı bir doluluk söz konusudur. Bu yüzden hasta ve yaşlı mahpusların cezaevi ortamında yaşamlarını sürdürmeleri imkansızdır. Bu şekilde tutulmalarının hiçbir hukuki dayanağı ve gerekçesi yoktur. Somutlaştırmak gerekirse 479 kişi için tasarlanmış olan L tipi cezaevlerinde bugün 2000 mahpus tutulmaktadır. Yine 7 kişi için tasarlanmış toplam 208.93 m2 büyüklüğündeki L tipi cezaevinin bir koğuşunda bugün 45-50 kişi mahpus barındırılmaktadır. Daha da somutlaştırmak gerekirse bu 208,93 m2 lik bir alanda 50 kişinin 24 saat yaşadığını ve bu ortamda ağır hasta ve yaşlı olduğunuzu düşünün, bunu düşünürken 100m2’lik bir evde 2 çocuklu bir ailenin bile güçlükle yaşayabildiğini hesaba katın. Savcılıkların ve Adli Tıp Kurumunun başka hiçbir araştırmaya ihtiyaç duymadan, sadece cezaevlerinin durumunu ele alarak hasta ve yaşlı mahpusların cezalarının ertelenmesine karar vermeleri gereklidir. (Türkiye cezaevlerinin durumu Solidarity with Other tarafından yayınlanan „Türkiye Cezaevleri Raporu“nda ayrıntısı ile ele alınmıştır : https://tr.solidaritywithothers.com/_files/ugd/b886b2_f17fdcf178da4ebe908d57d6cec6bea3.pdf ).  

Yusuf Bekmezci açısından durumu ele almak gerekirse; Bekmezci 87 yaşında ve yukarıda da izah edildiği üzere birçok hastalığı olan biridir. F tipi cezaevinde tutulmaktadır. F Tipi cezaevleri hücre tipi olup, yaşam alanlarının daha kısıtlıdır. Bu cezaevlerinde yoğun tecrit uygulamaları söz konusudur. Havalandırma ve sosyal olanaklar diğer cezaevlerine göre çok daha sınırlı tutulmuştur. Bu yüzden mahpuslar üzerindeki yıkıcı etkisi diğer cezaevlerinden çok daha yüksektir. Bu güne kadar F Tipi Cezaevlerinin olumsuz yönlerini ortaya koyan yüzlerce bilimsel araştırma, makale, köşe yazısı yazılmıştır. Yusuf Bekmezci’nin yaşı ve sağlık durumu dikkate alındığında cezaevinde tutulması uygun değildir.

Yusuf Bezmezci, haftalardır yoğun bakımdadır. Basit bir ameliyat için uyutulmuş ve bir daha uyandırılmamıştır. Durum cezanın infazından çok daha öteye geçmiş ve yaşam hakkı ihlali boyutuna ulaşmıştır. Yaşam hakkı, hakların derecelendirilmesinde şüphesiz en üst seviyededir. Cezaların infazı veya herhangi bir gerekçe ile yaşam hakkının risk altına sorulması söz konusu bile edilemez. Bu yüzden cezanın ertelenmesi gibi bir olanak varken bunun kullandırılmaması hukuki ve cezai açıdan sorumluluk doğuracaktır.

Cezaevinde refakatçi izni verilmemesi sorunu

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 2. Maddesinde infazın temel ilkeleri “ (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. (2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.“ şeklinde sayılmıştır.

Bu yasal düzenlemeye göre Yusuf Bekmezci’nin ailesinin refakatçi olarak hazır bulunmalarına izin verilmemesi hem ayrımcılık hem de hasta haklarının açıkça ihlalidir.

Bir yakınının refakatçi olarak hasta mahpusun yanında refakatçi olarak bulunması Türkiye’de geçmişten buyana süregelen bir uygulamadır.  Savcılık veya başsavcılık izni ile bu rahatlıkla yapılmaktadır. Hastane yönetimleri adli veya siyasi ayrımı yapılmaksızın bakıma muhtaç veya yoğun bakım hastalarına bir kısım kaygılarla refakatçi olarak hasta bakıcı, hemşire tahsis etmek istememektedirler. Bu yüzden bu hastaların bakımı ya hiç veya gereği gibi yapılmamaktadır. Bu yüzden hastanede ameliyat veya yataklı tedavi gören mahpuslar için bir yakınının refakatçi olarak yanında bulunması bir zorunluluktur. Ergenekon sürecinde Bay Bekmezci ile aynı suçla suçlanan insanların yakınlarının aylarca kendilerine refakat ettiğini bilmeyen yoktur. Bay Bekmezci’nin ailesine bu hakkın verilmemesi açıkça ayrımcı bir uygulamadır ve 5275 sayılı yasanın 2. Maddesinde düzenlenen infazın temel ilkelerine açıkça aykırıdır.

 

Yapılması gerekenler nelerdir?

Bu aşamada yapılması gereken, Bay Bekmezci veya onunla benzer durumda olanların avukatları, aileleri veya vasileri infaz savcılığına müracaatla cezanın ertelenmesini istemelidirler. Diğer her türlü hak ihlal ve mahrumiyetlerine ilişkin taleplerini de mutlaka yapmalıdırlar. Taleplerin reddedilmesi halinde İnfaz Hakimliğine itiraz ve ardından tüm hukuki süreç aşamalı olarak işletilmelidir. 

13 Ocak 2022 Perşembe

NAKİL TALEBİNİN REDDİ ÜZERİNE AÇILACAK DAVAYA İLİŞKİN DİLEKÇE ÖRNEĞİ

 

Ankara İdare Mahkemesine[1]

(veya)

Ankara İdare Mahkemesine

Gönderilmek Üzere

…. Asliye Hukuk Mahkemesine

                                         ………………

 

 

Davacı             : ………..Cezaevinde Tutuklu/Hükümlü.

Davalı             : Adalet Bakanlığı

Dava               :  Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ………..tarih ve …… sayılı [2]kararının, ………..tarihli dilekçeyi cevapsız bırakması nedeniyle zımni red kararının  iptali.

ADLİ YARDIM TALEBİ HAKKINDA

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334/1. maddesinde, "Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler." düzenlemesine, 336/3. maddesinde, “Kanun yollarına başvuru sırasında adli yardım talebi bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya yapılır.” Düzenlemesine, 339. maddesinde, "Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir. Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir." düzenlemesine yer verilmiştir.

…..tarihinde kamu görevinden çıkarıldım. …………tarihinden bu yana cezaevindeyim[3]. Herhangi bir gelirim yoktur. Ailemin desteğiyle hayatımı idame ettirmekteyim. Görülmekte olan davanın yargılama giderlerini yatırmam mümkün değildir.  Bu yüzden mahkeme tarafından adli yardım talebimin kabulüne karar verilmesini talep ediyorum. Mahkeme tarafından adli yardım talebinin kabulü halinde, yapılacak yargılama sonunda sonucun aleyhime çıkması halinde. HMK 339. maddesinin son fıkrası uyarınca aleyhime yargılama giderine hükmedilmemesini talep ediyorum. 

 

OLAYLARIN ANLATIMI

…. tarihinden bu yana …..Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu/hükümlü olarak bulunmaktayım. Evliyim …. çocuk sahibiyim. Eşim ve çocuklarım ………. ikamet etmektedir. Cezaevi ile ailemin ikamet adresi arasındaki mesafenin çok uzak olması nedeniyle ailem ziyaretime gelememektedir. Ziyaretime gelme şansı bulduklarında ise eşim, yol ücretinin çok yüksek olması nedeniyle ya çocuklarımı getirememekte ya da çocuklarım arasında seçim yapmak zorunda kalmaktadır. Bu yüzden çocuklarım ile aramdaki bağ günden güne kopmaktadır. Bir yandan aile bütünlüğümüz bu durumdan zarar görmekte, öte yandan çocuklarımızın psiko-sosyal gelişimi de ciddi biçimde olumsuz etkilenmektedir. Bu yüzden aileme yakın bir cezaevine naklimin sağlanması zorunlu bir hal almıştır[4].

……….tarihinde Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bir dilekçe /form ile başvurarak aileme yakın yerlerdeki cezaevlerine naklimi istedim. Ancak bugüne kadar olumlu veya olumsuz bir cevap verilmedi. Ancak ……. Tarihli yazı ile istediğim cezaevine nakil talebimin reddedildiğine dair  cevap verildi. Red cevabında gerekçe olarak …. yazılmıştır[5].  

Adalet Bakanlığının bu  red kararı /zımmi red  kararı [6] Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve yasaya aykırıdır.

Şöyle ki;

Anayasa’nın 20 maddesinde özel ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.” (Md. 20/1)

Anayasa’nın 41. Maddesinde ailenin korunması ve çocukların hakları düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.” Hükümleri yer almaktadır (Md. 41/2-3).

Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin 3. Maddesinde devletin tüm organlarının çocuğun üstün yararına saygı gösterme yükümlülüğü düzenlenmiştir. Buna göre “Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.” (Md 3/1).

Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesinde de özel ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir. Buna göre “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.“ (Md.8/1).

Tüm bu ulusal ve uluslararası hukuk kurallarından anlaşıldığı üzere aile bütünlüğümüzün sağlanması, çocuklarımızın şahsımla tabii ilişkilerini sürdürebilmeleri ve çocuklarımın üstün yararının gereği olarak aileme yakın bir yere naklime karar verilmesi gereklidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda yine Türkiye ile ilgili emsal bir kararı bulunmaktadır. AİHM 17.09.2019 tarihli Avşar - Tekin & Türkiye (Başvuru No: 19302/09 ve 49089/12) kararında mahpusların ailelerinden uzak bir cezaevinde tutulmalarının aile hayatına saygı hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Bu karar bizim için de emsal teşkil etmekte olup, aile hayatımıza saygı hakkımız ihlal edilmekte olup hergün maddi ve manevi zararlara uğramaktayız. 

Tüm bu nedenlerle mahkemenizde talebe konu red kararı / zımni red kararı[7] hakkında iptal davası açma zorunluluğu doğmuştur. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 22.01.2018 tarih ve 2018/557 E., 2018/655 K. Sayılı kararı gereği bu tür davalara bakma görevi İdari Yargı Mahkemelerine aittir. Bu yüzden dava mahkemenizde açılmıştır.

SONUÇ VE İSTEM       :

Yukarıda açıklanan ve resen gözetilecek nedenlerle;

-ADLİ YARDIM TALEBİMİN KABULÜNE,

-Anayasa ile Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukukun bir parçası olan AİHS'nin 8. maddesinde yer alan özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkına ilişkin ihlallerin de göz önüne alınması suretiyle usul ve esas yönünden açıkça hukuka aykırı olan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ………tarih ve ….. sayılı red kararının, …….dilekçemi cevapsız bırakması nedeniyle ortaya çıkan zımni red işleminin[8] iptaline  KARAR VERİLMESİNİ arz ve talep ederim………/……./2022

                                                                       Davacı

 

 

Ekler[9] :

1- CTE Genel Müdürlüğünün red kararı  / nakil talebine ilişkin dilekçenin fotokopisi veya gönderim belgesi.

2- Ailenin geri kalanının ikametgah bilgilerini gösterir nüfus kayıt tablosu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Buraya kişinin bulunduğu cezaevinin bağlı olduğu adliye yazılacaktır. Ankara’da bir cezaevinde bulunanların yazmasına gerek yoktur.

[2] Burada kişinin şahsi durumuna göre yazım yapılacaktır.

[3] Burada kişi şahsi durumuna göre açıklamalar yapabilir.

[4] Yaşanan ekstra mağduriyetler varsa burada uzun uzadıya anlatılabilir, resmedilebilir.

[5] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[6] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[7] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[8] Burada kişinin şahsi durumuna ilişkin husus tercih edilecektir.

[9] Mağduriyeti ortaya koymaya dair tüm bilgi ve belgeler eklenebilir. Durum delillendirilebilir.

SİYASİ MAHPUSLARA SORULAN “ÖRGÜTTEN AYRILDIN MI?” SORUSU ÜZERİNE

 


Şartlı tahliye veya denetimli serbestliğe ayrılmak için “örgütten ayrıldım” dilekçesi verilmesi konusu,

Son günlerde bir konuda sıkça sorular almaktayız. O da cezası kesinleşmiş, hükümlü sıfatıyla cezaevinde bulunanların şartla tahliye edilmeleri veya denetimli serbestliğe ayrılabilmeleri için kendilerinden „örgütten ayrıldıklarına“ dair bir dilekçe istenmektedir. Bu dilekçe verilmesi gerekir mi?

Bu soruya iki cevap verilmektedir.

Birincisi, tüm yargılama aşamalarında yani savcılık, mahkeme, istinaf ve temyiz aşamalarında hep örgüt üyesi olunduğu reddedilmiş, bu dilekçe ile tüm o aşamalardaki redler kabul edilmiş olur. Bu yüzden dilekçe verilmemelidir. İleride bu dilekçe aleyhe kullanılabilir.

İkinci cevap ise şu şekildedir. Bu dilekçe bir prosedürün tamamlanmasından ibarettir. Cezaevi idaresi iyi hal kararı vermek için bu belgeyi örgütlü suçlardan yatan tüm mahkumlardan istemektedir. Bu yüzden bu dilekçe verilebilir.

Biz ikinci görüşü destekleyenler arasındayız. Bunun gerekçelerini şimdi izah edelim.

Öncelikle belirtmek gerekir ki şartlı tahliye kazanılmış bir hak değildir. Kişi iyi halli değilse şartlı tahliyeden faydalanamaz. „İyi hal“ ise Cezaevi Idare ve Gözlem Kurulunun iyi halli olduğuna dair tespiti içeren bir kararı ile mümkündür. Red kararı verilmesi halinde itiraz, dava gibi yollar   var ancak öncelikli şart budur.

Türk ceza infaz sisteminde iyi hali olmak demek, kötü halli olmamak demektir. Yani kişinin şartla tahliyesine engel disiplin cezası yoksa iyi hallidir. Bunun sebebi cezaevi idaresi birine „iyi halli değildir“ derken bunu gerekçelendirmesi gerekir, çünkü kişiyi ekstradan özgürlüğünden mahrum bırakacak bir karara imza atılması sözkonusudur.

Sorumuza dönecek olursak, bu belge verilmeli mi? Verilmemeli mi?

Kanaatimce verilmeli. Çünkü bu belge bir prosedürün parçasıdır. Şöyle ki

Cezaevi idarelerinin istediği bu belgenin arkasında bir yasal gereklilik yatmaktadır. O da şudur. Açığa ayrılma yönetmeliğinin 6. Maddesinin 2. Fıkrasının (ç) bendi şu şekildedir: „Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması,“ halinde şartla tahliyeden yararlanabilecekleri düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere örgütlü suçlarda cezaevi idare ve gözlem kurullarının iyi hal kararı vermesinin öncelikli şartı „örgütten ayrılmadır“. Cezaevleri de bunun tespitini ve belgelendirmesini mahkumun verdiği „örgütten ayrılma“ dilekçesine dayandırmaktadırlar. Yasa böyle bir belge istemiyor, ancak bu belge uygulamanın ürettiği bir belgedir.

Bu yönetmelik açığa ayırma yönetmeliği olması nedeniyle ve şartlı tahliye veya denetimli serbestlik sürecinin ilk basamağı olması nedeniyle önem arzetmektedir. Bilindiği üzere normal şartlarda bir hükümlü önce kapalı cezaevine sonra açık cezaevine sonra denetimli serbestliğe ayrılmaktadır. Tabi bu silsile gümüzde bozuldu ve sistem birbirine girdi. Ancak infaz yasasının kademeli ıslah süreci bu şekilde işlemektedir. Bu konu çok su götürür buralara girmeyeceğiz.

Ikinci olarak, bu belge bir kabul, ikrar, itiraf değildir. Yani bir kişi „örgütten ayrıldım“ dilekçesi vermekle kendisini örgüt üyesi olarak kabul ve ikrar etmemektedir. Bu soruyu şu şekilde izah etmek yerinde olacak. Ortada kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmaktadır. Bir mahkemenin kararı ile kişi bir örgütün üyesi veya yöneticisi olarak kabul edilmiştir.  Kişi kabul etse de etmese de hukuk düzeninde örgüt üyesidir. Cezaevi idaresi de yasa önünde kişiyi örgüt üyesi kabul etmektedir. Tüm infaz süreci, örgütlü suçlardan mahkum olanlara ilişkin kurallara  göre işletilmektedir. Bu yüzden kişiden de „örgütten ayrıldım“ dilekçesi vermesi beklenmektedir. Kulağa saçma gelebilir, mantığa aykırı olabilir ama bazen bürokrasi böyledir: şekildir.

PKK, DHKP-C gibi terör örgütleri mensuplarının da bu dilekçeleri verdiği bilinmektedir. Bu güne kadarki meslek hayatımda bu dilekçelerin hiçbir şahıs hakkında soruşturma veya kovuşturma aşamasında kullanıldığına şahit olmadık, olan da duymadım.

Peki prosedür nasıl işlemektedir.

Malum olduğu üzere gerek infaz yasasının amir hükümleri, gerekse örgütlü suç hükümlüsünün korunması ve güvenliğinin sağlanması için özellikle terör örgütü hükümlüleri başka hükümlülerle aynı koğuşlarda tutulmazlar. Örgütlü suçlardan yatanlar kendileri ile aynı durumda olanlarla birlikte aynı koğuşlarda kalmaktadırlar.

Kişi örgütten ayrıldığına dair yazılı dilekçesini cezaevi idaresine verecektir. Bu dilekçenin ardından cezaevi idaresi kişiyi „bağımsızlar koğuşu“ olarak adlandırılan kendisi ile benzer durumdakilerin kaldığı koğuşa transfer edecektir. Cezaevi idaresi orada bir süre hükümlüyü gözlemleyecek ve örgütten ayrıldığına kanaat getirirse iyi hal kararı verip, açığa ayrılma, denetimli serbestlik ve şartla tahliyeden faydalandırma kararı verecektir. Tabi uygulama yeknesak değildir, cezaevinden cezaevine değişebilir.

Bu dilekçe ne zaman verilmesi gerekir. Örgütlü suçlardan hükümlü olanların şartla tahliye süresine bir yıl kala denetimli serbestlikten faydalanma hakları bulunmaktadır. Yapılması gereken kararın kesinleşmesinin hemen ardından dilekçenin verilmesidir. Bu dilekçenin ardından gözetim süreci başlayacağından, cezaevlerine ve cezaevi savcılıklarına göre bu süre değişeceği için gözlem sürecinin bir an evvel başlatılması yerinde olacaktır. Zaman kayba yaşanmamalıdır.

Özetlemek gerekirse,

Şartla tahliye ve iyihal sürecinin işletilebilmesi için „örgütten ayrılma“ dilekçesinin verilmesinde hukuken bir mahsur, bir bağlayıcılık yoktur. Kendisini örgüt üyesi olarak görmeyen birinin örgütten ayrıldım dilekçesi vermesi ahlaken etik olarak görülmeyeblir ancak kendisinin reddetmesine rağmen saçma sapan iddialarla mahkum edildiğini de gözden kaçırmamak gerekir.  Kişinin bu belgeyi imzalaması kendisini „terör örgütü üyesi“ yapmaz. Kendisinin bahsedilen dilekçeyi imzalaması veya imzalamamasının hukuk düzeninde üzerine atılı suçun ispatı açısından bir anlamı bulunmamaktadır. Zaten o süreç çoktan geçilmiştir. İleride karşısına çıkması ihtimali de bulunmamaktadır. Geçmişinden dolayı cezalandırılan ve cezası kesinleşen birinin gelecekteki bir dilekçesi ispat için kullanılmasının hukuk düzeninde karşılığı yoktur. Bir anlamı da yoktur.

Kişi bahsedilen belgeyi imzalamaması halinde cezaevi „iyi hal“ belgesi düzenlemekten imtina edebilecektir. Çünkü az evvel izahını yaptığımız açığa ayrılma yönetmeliğindeki „örgütten ayrılma“ şartının gerçekleşmediğini kabul edecektir. Ya da belgelendiremeyecektir. Tersinden bakıldığında da kişi örgütten ayrıldım diyorsa kararında aksini ispatlamakla yükümlüdür. Kimse de bunun için uğraşmaz.

Cezaevi bu belge olmadan karar veremiyor mu? diye soranlar olacaktır. Evet cezaevi Idare Ve Gözlem Kurulu bu belgeye muhtaç değil. Kendisi karar verebilir. Kimse de niye karar verdin diye sormaz. Ancak Türkiye’nin güvenlik bürokrasisinin öncelikle kendisini koruma refleksi bu belgeyi üretmiş. Bu yüzden eğer hükümlü bu dilekçeyi vermezse cezaevi idaresinin taktir yetkisi daha da genişleyip „kişinin örgütten ayrıldığı yönünde bir kanaat oluşmamıştır“ diye karar alabilecektir. Bu durum da kimsenin işine yaramaz, hükümlü olan kişi bihakkın tahliye tarihine kadar bile bekletilebilir. Bu riski almaya gerek yoktur. Unutmamak gerekir ki şartla tahliye kazanılmış hak değildir. Şartla tahliye iyi hale bağlıdır, kişinin iyi hali ortadan kaldıran disiplin cezaları varsa  veya başkaca iyi hale engel durumlar sözkonusuysa iyi hal kararı verilmeyecektir. İyi hal kararı olmadan da şartlı tahliye mümkün olmayacaktır.

 

 

HÜKÜMLÜLERİN YİYECEK BEDELLERİNİN TAHSİLİ USULÜ

 

 

GENEL OLARAK

Hükümlülerin yiyecek bedellerini ödemelerine ilişkin yasa  30/6/1934 tarih ve  2548 sayılı Ceza Evleriyle Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanundur.

Bu kanunun 2. Maddesi şu şekildedir:

“Her mahkûm cezaevinde bulunduğu müddetçe yiyecek bedelini ödemeğe mecburdur.

 Bu yiyecek  bedelleri cezaevleri idarelerince altı ayda bir bordro yapılarak tahakkuk ettirilir. Mahkûmiyetleri altı aydan aşağı olan mahkûmlara ait bordrolar salıverilecekleri tarihten bir hafta evvel yapılır. Bordrolar mahkûmlara da tebliğ olunur.

Tahakkuk ettirilen yiyecek bedelleri mahkûmlar tarafından ödenmezse, Cumhuriyet Müddeiumumilikleri tarafından kendilerinin ikametgahı belediyeleri ve belediye teşkilatı olmıyan yerlerde bağlı bulundukları kaymakam veya nahiye müdürlükleri marifetiyle borçlarını ödemeğe muktedir olup olmadıkları tahkik olunur.

İktidarları anlaşıldığı halde borçlarını ödemiyenlerden Cumhuriyet Müddeiumumiliklerinin iş'arı üzerine Maliye dairelerince Tahsili Emval Kanunu hükümleri tatbik olunarak borçlar tahsil olunur.

Yiyecek bedellerinden doğan alacaklar mahkûmiyetin hitamı tarihinden başlamak üzere beş senelik mürururzamana tabidir.

(Değişik: 9/5/2001- 4671/3 md.) İşyurtlarında çalıştırılanlar ile ödeme gücü olmadığı anlaşılanlardan yiyecek bedelleri alınmaz.”

-        Bu madde metninden de anlaşılacağı üzere cezaevi iaşe bedelleri sadece “mahkum” yani hükümlüden alınmaktadır. Bu yüzden tutuklulardan alınmaz, alınmaması gerekir. Tutukludan alınmamasının sebebi kişinin orada devlet zoru ile masumiyet karinesi altında tutuluyor olmasıdır.

-     Mahkumların iaşe bedelleri 6183 yasaya göre değil, bahsettiğimiz 2845 sayılı yasaya göre  tahsil edilmektedir. Bu nedenle 6183 sayılı yasadaki usul burada işletilemez. Çünkü özel yasa var. Tabi vergi hukukçuları daha iyi bilir.

-        Bu paranın tahsil işini savcılıklar takip ediyor. Mal müdürlükleri /vergi daireleri değil. Cezaevi idaresi mahkumdan alamazsa, bir belge hazırlayıp kişinin ikametgahı savcılığına bir yazı yazıyor. Şahsın ödeme gücü araştırılıyor. Eğer ödeme durumu yoksa öylece kalıyor. Eğer ödeme gücü varsa malmüdürlüğüne veya vergi dairesine bildiriliyor orası tahsil ediyor.

-        Uygulamada savcılık polis veya jandarmaya yazı yazıp malvarlığını araştırıyor.

-        KHK ile işinden atılmış ve tamamen fakir durumda olanlar da durumlarını bildirip parayı ödemekten içtinap edebilirler.

-        Fakirliklerinin ispatı için ne tür belgeler ortaya konulabilir.

o   Kendisinden para talep edilenler Anayasa mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesi gibi bir yerlere açtıkları davalarda adli yardım almışlarsa  fakirliklerini bu kararla belgeleyebilirler. Ceza dava dosyasında mahkeme sosyal ekonomik durum araştırması yaptırmış ve emniyet malvarlığı yoktur diye bir belge vermişse bu sunulabilir.

o   Fakirliği ispatlamanın bir başka yolu fakirlik ilmühaberi. Daha önce muhtarlıklardan fakirlik ilmühaberi adlı bir belge alınıyordu, savcılıklar buna itibar ediyordu.

o   Fakirliği ispatlayabilecek pek çok yöntem var. bunlardan herhangi birine başvurulabilir.

-        Aileler, kendilerini  kesinlikle parayı ödeme ile sorumlu tutmamalılar. Bu borç şahsi bir borçtur. Aileleri ilgilendirmez. Eğer ödemezlerse de ailelerden talep edilemez.

-        Burada şu soru akla gelebilir mahkumun cezaevindeki şahsi hesabında yani emanet para hesabındaki parayı alabilirler mi? Hayır o kişinin şahsi parasıdır. Mahkum yazılı dilekçe vermedikçe o parayı asla çekemezler. Cezaevi kantininden bile imzalı belge ile alışveriş yapılır. 

-        Bu durumda hükümlüler yine de hesaplarında çok para tutmamalılar.

SÜRECİN İŞLEYİŞİ VE ÖDEME GÜCÜ YOKSA YAPILMASI GEREKENLER

1-     Tahakkuk

     Vergi hukuku kapsamında bir borcun vergi dairesince tahsilinin yapılabilmesi için öncelikle tahakkuk ettirilmesi gerekir. Bu kapsamda ilk mektup 2845 sayılı yasaya göre kişi cezaevindeyse kendisine tebliğ edilecek. Tahliye olmuşsa savcılıklar aracıylığıyla tebligat yapılacak. 2845 sayılı yasadaki özel düzenleme gereği bu aşamada ödeme durumunun olmadığını cezaevine veya savcılığa bildirmeli. Gerekirse yukarıda bahsedilen belgeler veya benzerleri ile durum belgelenmeli.

    Vergi hukuku temel kurallarına göre kişiye doğrudan ödeme emri gönderilmez/gönderilmemeli. Öncelikle borcun tahakkuk ettikten sonra tahsil aşamasına geçilebilir. Yani öncelikle borçludan belirli bir süre içerisinde borcun ödenmesinin istenilmesi, bu tebligatın usule uygun olarak yapılması gerekmektedir. Türkiye’de ödeme emrinden önce borcun tahsili için gönderilen karar/işlem çoğunlukla usule uygun olarak tebliğ edilmemektedir. Eğer ödeme emri gönderilmiş ise 7 gün veya ödeme emrinde belirtilen süre içerisinde Vergi veya İdare Mahkemelerinde itiraz edilmesidir. Bu itiraz yapılırken en önemli husus ödeme emrinden önce gönderilen veya gönderildiği söylenen işlem/karar usulüne uygun tebliğ edildi mi? Ödeme emrinden sonra borca itiraz edilemiyor. Bu nedenle ödeme emrinden önce gönderilen karara karşı vergi mahkemesi veya idare mahkemesinde borca itiraz için dava açılmalıdır. Bu dava açılmazsa ödeme emri gönderilebilir. Tabiiki yürütmenin durdurulması kararı alınmadıysa, ama ödeme emrine bakan mahkeme bu davanın sonucunu beklemeli ve bu dosyada verilen karara göre bir karar vermelidir.

Dikkat edilecek Hususlar:

Tahakkuk eden veya karar altına alınan borçtan dolayı “usulüne uygun” bir işlem veya karar var mı ve bu usulüne uygun tebliğ edildi mi?

Bir karara var ve usule uygun tebliğ edildi ise bu karara veya işleme karşı, olayın konusuna göre vergi veya idare mahkemesinde dava açılmalıdır. Yani konu vergi ile alakalı ise Vergi Mahkemesi, idare ile ilgili, mesela para cezası ise idare mahkemesinde dava açılmalıdır.

Ödeme emri tahsilat için gönderilen bir işlemdir. Tahakkuk edilen vergi, karar veya işleme karşı usule uygun tebliğ yapıldı ve dava açılmadıysa artık ödeme emrine karşı açılan davada “borcum yoktur” vs gibi itirazlar yapılamaz.

Türkiye’de karar/ödeme emirlerinin çoğu usule uygun tebliğ yapılmıyor. Karar usule uygun tebliğ edilmediyse Mahkeme ödeme emrini iptal ediyor.

2-     Ödeme emri ve sonrası

Savcılık araştırması yapılmadan doğrudan, Vergi dairesi/mal müdürlüğü şahsın ekonomik durumu olmamasına rağmen 6183’e göre ödeme emri gönderirse ne yapılacak. Vergi dairesine itiraz edilebilir mi? Ödeme emri gelmiş, 17.600 TL, şahıs sigortalı bir işte asgari ücretle çalışıyor. Bu borcu öyle ha diyince ödeyemez. Zaten kazandığı para karnını doyurmuyor. Bu durumda ne yapmalı. Vergi daireleri taksitlendirme, borcu öteleme, vergi barışı vs. yapabiliyor mu? Vergi dairesi icra takibi yaparsa evindeki tüm malları, araba, ev vs. haczedebilir mi?

Bir borç tahakkuk ettikten sonra kişi dava açmıyor veya borcu kabul ediyorsa ödeme emrinden sonra kesinlikle mal beyanında bulunmalı ve param yok demelidir. Aksi halde tazyik hapsi var ve kişi hapse girmemek için borcu ödemek zorunda veya taksitlendirmek zorunda kalabilir. Bu nedenle kesinlikle mal beyanında bulunması gerekir. Geçimi haricinde parası yok ise sigortalı olarak çalıştığı bir işten dolayı aldığı bu paraya haciz konulamaz. Mesela 3.000TL maaş alan birinin asgari geçimi bellidir ve bu paraya haciz konuşsa bile çok az bir kısmına konuşabilir. Hepsine veya geçiminden daha fazlasına haciz konulursa itiraz edebilir ve bu hacze karşı ayrıca dava açabilir.

Kişinin pahalı ve lüx olmayan eşyalarına haciz konulamaz. Evi ve arabası çok lüx değil ve sadece birer tane var ise bu araba veya eve haciz konularda paraya çevrilemez.

İnsanın yaşamı için elinde bulundurduğu eşyalar haczedilemez, haczedilse de paraya çevrilmeyip sadece evde tespit yapıp geriye dönerler.

Bu gibi durumlarda genelde evi varsa evi veya arabasına haciz konuluyor. Türkiye’de E-Haciz sistemi yaygınlaşmıştı ve kişinin borcundan dolayı görünen ev veya arabasına direkt haciz konulabiliyordu.

Ama dikkat edilmesi gereken şey borç bu aşamalara gelmeden önce kesinlikle müdahale edilmeli ve gerekirse dava açılmalıdır.

 

3-     Kişi kendisine bir karar veya işlem ulaştığında mutlaka gerekli hukuki yollara başvurmalıdır. Yukarıda aşamalar metin içinde izah edilmişti. Ana başlıklar altında tekrar yazmak gerekirse

 

a.     Tahakkuk (İdarenin iç işleyişi)

b.     Tahsil (Genelde 30 gün içerisinde dava açılmalıdır)

c.      Ödeme emri ( Borcun içeriğine itiraz edilme sadece usule/tebligata vs itiraz edilebilir)

d.     Haciz ( Ev eşyaları haczedilemez, tek evi ise haczedileme, geçim olarak kullandığı arabası ise haczedilemez)

 

BORCA FAİZ İŞLETİLMESİ VE ALACAK ZAMANAŞIMI

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün resmi internet sitesinde[1] “Hükümlü ve tutukluların iaşe parası her altı ayda bir belirttiği adrese gönderilerek, iaşe bedelinin o günkü şartlardaki parasal tutarı kendisinden talep edilmektedir. Parasal miktar o günkü miktar ne ise, onun üzerinden hesaplanan miktardır. Zam ve faiz işletilmemektedir.“ açıklaması yer almaktadır. Buna göre borcun artması söz konusu olmayacaktır.

2548 sayılı yasada Yiyecek bedellerinden doğan alacaklar mahkûmiyetin hitamı (tahliye) tarihinden başlamak üzere beş senelik müruruzamana (zamanaşımına) tabidir, denilmektedir. Dolayısıyla 5 yıl geçmesiyle borç silinecektir.